Dergi Bursa Şubat/Mart 2014 - page 78

76
ibaret; kimine göre tamamen
gerçek. İnanması zor ama
hayal etmesi güzel hikâyelerin
baş kahramanları onlar. Bugün
ise önceden belirlenen mantık
kuralları içine sıkıştırabileceği
kahramanını arıyor herkes.
Sığınacağı, hayatın zorluklarını
ve güzelliklerini paylaşacağı
ruh ikizini. Aşkın bir gereklilik
mi yoksa sadece bir şekilde
vazgeçemediğimiz bir
alışkanlık mı olduğunu
bilmeden yaşamak ne kadar
anlamsızsa, aşk için bir
tanım yapmaya çalışmak da
o kadar anlamsız aslında.
Kimi gerçek aşkı bulduğunda
korkup kaçıyor; kimi hayatını
aşka adıyor ve her şeye
aşkla bakıyor. Aşkın acıyla
olgunlaştığı veya sonsuz bir
mutluluk hali olduğu fikirleri
arasında sıkışmış kafası karışık
insanlarla dolu dünya. Herkesin
bir fikri var aşkın ne olduğu
konusunda.
Aşk bir şımarma haliyse eğer,
bu tanım; kısa süren ilişkileri
açıklıyor olabilir. Hep arayış
içinde olan ama ne aradığını
bilmeden yola çıktığı için yarım
kalan hayatlar... Birlikte olduğu
kişiyi değiştirme çabaları,
ilk heyecanların yerini alan
geçimsizlikler ya da bir süre
sonra iyice alışkanlığa dönüşen
bir iletişimsizlik hali başlıyor.
Birçok hayat, farkında olarak
ya da olmayarak aşkı ararken
ya da beklerken geçebiliyor.
Ama aşk bulunduğunda ya
fark edilmiyor, ya da harcanıp
gidiyor. Değersiz hissettiğinde
darılıp, arkasını dönüyor. Aşk
elbette ilk akla getirdiği gibi,
iki farklı cinsin arasındaki
duygusal bağdan ibaret değil.
Zaten böyle bir kısıtlama aşkın
karakterine uygun değil. Aşk
tek başına bile o kadar çoktur
ki, onu herhangi bir tanıma
sığdırmanın mümkün olmaması
gibi; birkaç tür ile kısıtlamak da
mümkün olamıyor. Her şeye
aşkla bakmak, aşkla görmek.
İçinde aşk oldukça insanın
eşine, dostuna, kardeşine,
annesine, babasına da
aşktan beslenen bir sevgiyle
bağlanıyor. Hatta tuttuğu
takıma bile... Aşkı hissettiği
kadar anlam kazanıyor insanın
aldığı nefesler. Aşık olabildiği
kadar ayakta, aşkı doya doya
yaşayabildiği kadar hayatta
kalıyor insan. Acıyla büyüdüğü
iddia edilse de, aşkın asıl
getirdiği mutluluktur. Bilinenin
aksine hiçbir engeli; yaşa,
renge, boya, dile, dine bağlılığı
da yoktur. Aşk öyle özgürdür
ki, hayatına girdiği insanların,
özgürlüğüne müdahale
ettiğini hissederse bir anda
kaçıverir çok uzaklara. Belki
de bir daha hiç dönmemek
üzere. Onu başka kavramlarla
kıyaslamaktan vazgeçtiğimizde
anlayacağız belki de asıl
değerini. Tanrısal, maddeden
kopup tamamen manaya
dönük aşkın temsilcisi Yunus
Emre’nin dediği gibi “bir”
olmaktır aşk. Aklın eremediği,
kalbin yetmediği bir sevgiyle
maddeye arkasını dönüp,
manaya bağlanarak “bir”
olmak.
İsterse ince hastalıklara
düşürüp erkenden öldürür,
isterse ömürlere ömür katar.
Katilinin evlilik olduğunu söyler
birileri, heyecanının en fazla
birkaç yıl sürebileceğinden
bahsedilir. Oysa aşk, hoş
tutarsanız bir ömür boyu
sizinle kalabilecek iyi huylu bir
misafir gibidir. Her an, geldiği
gibi sessiz sakin bir şekilde
hayatınızdan çıkabilecek
ama eğer tepesi atarsa,
giderken ardında büyük
hasar bırakabilecek olan bir
misafir. Ne demiş Mevlana:
“Aşk, hükmetmez; terbiye
eder.” Belki de tarihin en
romantik adamlarından William
Shakespeare’nin tespitindeki
gibi “Aşk bir deliliktir”
gerçekten. Ya da “Romantizm”
akımı öncülerinden Victor
Hugo, yüzyıllardır ısrarla
yapılmaya çalışılan aşk
tanımını, “Aşk, kainatın tek
bir varlıktan ibaret kalması;
tek bir varlığın genişleyip
Tanrı’ya kadar erişmesidir.”
diyerek çoktan yapmıştır
bile. Sözlüklerde “aşırı sevgi
ve bağlılık duygusu” olarak
tanımlanıyor; kimyasal
açıklamaları yapılıyor. Bilim
adamları aşık olunca daha
hızlı çarpan kalpleri, içeride
uçuşan kelebekleri, damarlarda
her zamankinden daha büyük
bir coşkuyla dolanan kanı,
hormonlarla açıklamayı tercih
ediyor. Aşkın bir hastalık gibi
tanımlanması ve yalnızca
kimyasal sebeplere vması,
gerçek romantikleri kızdırıyor.
Çünkü aşka inanan insanlar,
aşkın insanın diğer yarısını
bulma çabasından ibaret
olduğunu düşünüyor. Belki
de dünyaya geliş nedenimiz,
hayatın ömrümüzün sonuna
dek aradığımız anlamı aşk. Bir
imzanın yok edebileceği anlık
bir telaş değil; ömür boyu,
her gün biraz daha artan bir
heyecanla bağlı olmak birine
ya da bir şeye…
love aware or unaware. But when
it is found it is either not realized
or is spent away. It turns its
back when it feels worthless. Of
course love does not only mean
the emotional bond between two
people of different genders as
one tends to think. And such a
restriction does not suit love itself.
Love is so many even by itself
that it is not possible to fit it in one
definition as well as restricting it
into just several forms. Looking
at everything with love or seeing
with love. If the person is full of
love then he/she is bound to their
spouse, friend, sibling, mother,
father with a compassion that is
fed with love. Or even to the team
that one supports… The breaths
that one takes gain meaning
when love is felt. The person can
stay upright and happy as far
as he/she can fall in love. Even
though it is said that love grows
with pain, it is actually happiness
that love brings to our lives. And
contrary to common knowledge,
love knows no boundaries; age,
color, language or religion. Love
is so free that if it feels to limit the
freedom of people it touches,
then it quickly flies away to far-off
lands. Maybe to never come back
again. Maybe we will understand
its real worth when we stop
comparing it with other concepts.
Love is being “one” just as Yunus
Emre, the representation of love
free of materiality and turned to
meaning, says. Turning one’s
back to the material world with
a love that neither the mind nor
the heart understands and to
become “one” by committing to
meaning.
If it wants it makes people sick
and kills them or if it wants it can
lengthen one’s life. Some say that
marriage is one of its murderers
and it is said that the excitement
lasts for at most a few years. But
love is like a good natured visitor
who can stay with you forever
if you treat it well. A visitor that
can leave at any instant and
one that would leave behind a
devastation if it does so. In the
words of Mevlana: “Love does
not dominate; it nurtures.” Just
like one of the most romantic men
of all time, William Shakespeare
has said, “Love is madness”
really. Or the definition of love by
Victor Hugo, one of the pioneers
of “Romanticism”, “Love is when
the universe is made up of only
one being and when that being
expands to reach God itself”.
It is defined in dictionaries as,
“excessive emotions of affinity
and commitment”; chemical
explanations are made. Scientists
prefer to explain the faster beating
hearts, the more vehemently
pumping blood and the butterflies
in one’s stomach with hormones.
Real romantics get angry when
love is defined just like a disease
and is tied only to chemical
reasons. Because those people
who believe in love think that love
is one’s effort to find his/her other
half. Love is maybe the reason
why we were born or the meaning
that we seek all through our lives.
Not an instantaneous rush that
just one signature can shatter;
but being tied to someone or
something in an emotionally
increasing manner…
tema
theme
1...,68,69,70,71,72,73,74,75,76,77 79,80,81,82,83,84,85,86,87,88,...132
Powered by FlippingBook