 
          78
        
        
          köşe
        
        
          the corner
        
        
          Ayağıma batan bir aşk var
        
        
          Love is a thorn in my flesh
        
        
          Dilek Şen
        
        
          Aşk uğruna vazgeçmeyi bilecek kadar sevebilmek midir, modernizmin sahip olma
        
        
          baskısıyla “ya benimsin, ya toprağın” demek midir? Çok okumakla bilinmez çok
        
        
          şey, çok yaşamak da yetmez aslında, gezmek, görmek bir yere kadar. Aldıklarınla
        
        
          verdiklerinle ilişkinin muhasebesini tutmak değil, aşk hesapsız olmak belki de.
        
        
          Is love loving enough to let go or is it as in the modern
        
        
          concept of ownership, “you are either mine or you will
        
        
          turn to sand”? Sometimes you cannot know a lot by
        
        
          reading, no by living also, travelling gets you only so
        
        
          far. Love is maybe not keeping a track of the things you
        
        
          gave and got in return, maybe it simply is not calculating
        
        
          maybe.
        
        
          Kitaplar yazıldı; aşka kalıplar
        
        
          çizildi, ömürler biçildi ama
        
        
          nedense bir aşk ötekine hiç
        
        
          benzemediğinden belki çok
        
        
          satıp, az okundu. Oysa bundan
        
        
          on yıllar önce Anadolu’nun
        
        
          ortalarında küçücük bir
        
        
          köyde, güneş yavaş yavaş
        
        
          batmaya, hava kararmaya
        
        
          başlar, zamanla karanlık
        
        
          iyice çöker köyün üzerine.
        
        
          Evlerden birinde bir kadın
        
        
          ve adam yatma hazırlığı
        
        
          yapmaktadır. Erken yatıp
        
        
          yarın sabaha, güneş ışığına
        
        
          erken uyanılacaktır. Adam
        
        
          üzerini değiştirir, yatağına
        
        
          yönelir. Evin penceresinden,
        
        
          karanlık bahçeye vuran ışıkta,
        
        
          ağaçların arasında bir gölge
        
        
          belirir. Kadın pencereden dışarı
        
        
          bakar ve gülümser. Kadının
        
        
          sevgilisi bahçededir... Tam
        
        
          sözleştikleri gibi, sözleştikleri
        
        
          saatte ve yerde adam onu
        
        
          beklemektedir. Kadın kocasının
        
        
          uyumasından emin olunca
        
        
          sessizce yataktan kalkar,
        
        
          üstünü giyer, pencereden
        
        
          aşağıya atlar. Başka bir adam
        
        
          için, kocasını terk eder…
        
        
          Koşarlar iki sevgili, kaçarlar...
        
        
          Tarlaları, ovaları aşarlar...
        
        
          Anadolu’da bir köy nasıl
        
        
          koşmasınlar ki, arkalarından
        
        
          onları kovalayacak onca şey
        
        
          vardır; namus belası, töre
        
        
          cinayetleri, yoksulluk, cefa,
        
        
          korku... Arkalarında bunlar
        
        
          varken nasıl durabilirler...
        
        
          Köyden uzaklaştıklarına iyice
        
        
          emin olunca soluklanmak için
        
        
          dururlar... Kadın duraksamayı
        
        
          fırsat bilip nefes nefese der
        
        
          ki; “Evden çıktığımdan beri,
        
        
          ayakkabımın içinde bir şey var
        
        
          beni rahatsız ediyor...” Çıkartıp
        
        
          bakarlar ki, ayakkabısının
        
        
          içinde bir tomar para! Kocası
        
        
          her şeyin farkında, biliyor ki
        
        
          gidecek... “Beni terk edecek
        
        
          ama bunca yıl çorbasını içtim,
        
        
          çamaşırlarımı yıkadı, ütüledi.
        
        
          Bana emeği geçti...” der.
        
        
          Yaban elde muhtaç olmasın
        
        
          diye bütün parasını; başka bir
        
        
          adam için kendisini terk eden
        
        
          karısının, giderek kendinden
        
        
          uzaklaşan adımlarını attığı
        
        
          ayakkabısının içine koydu
        
        
          Aşık Veysel. O güzel insan...
        
        
          O onurlu davranışı sergileyen,
        
        
          terk edilen adam oydu... O;
        
        
          gönül gözüyle görüp, aşkı
        
        
          en güzel anlatan candı. O;
        
        
          insanca yaşamış, insanca
        
        
          sevmiş, çok okumamış, hatta
        
        
          gözleri ona okuma şansını
        
        
          hiç vermemiş birisiydi...
        
        
          Çok gezememişti, yoksul
        
        
          ve biçareliğinden. Ama o
        
        
          emeği bilmiş, insanca aşkını
        
        
          yaşamıştı. Gerçek aşk nedir
        
        
          dersek yüzlerce cevap alabiliriz
        
        
          belki ama hiçbiri bu kadar net
        
        
          özetleyemez aşkı. Aşk, kimisi
        
        
          için ayakkabıda saklı bir para
        
        
          işte...
        
        
          Books were written; drawing
        
        
          lines for love, estimating its
        
        
          life expectancy, but perhaps
        
        
          because no love resembles the
        
        
          other, they were sold, yet not read
        
        
          much. However, tens of years
        
        
          ago, in a small village around the
        
        
          center of Anatolia, the sun starts
        
        
          to set slowly, leaving room for
        
        
          dark. A woman and a man are
        
        
          getting ready to go to bed. They
        
        
          sleep early to rise with the sun.
        
        
          The man changes his clothes,
        
        
          heads to his bed. He sees a
        
        
          shadow in the garden outside the
        
        
          window, in the trees. The woman
        
        
          looks out the window, smiling.
        
        
          Her lover is in the garden… Just
        
        
          as they have promised, the man
        
        
          is waiting for her at the exact
        
        
          time and place. As soon as she
        
        
          is sure her husband has fallen
        
        
          asleep, she gets up, dresses,
        
        
          and jumps out the window. She
        
        
          leaves her husband for another
        
        
          man… The two lovers run, flee…
        
        
          Beyond the fields and valleys…
        
        
          How can they not run, a village
        
        
          in Anatolia, too much to chase
        
        
          them; honor, murder in the name
        
        
          of virtue, poverty, pain, fear…
        
        
          How can they rest when followed
        
        
          by all these… Once they know
        
        
          they have run far enough, they
        
        
          stop to catch their breath…
        
        
          Taking this opportunity, she says
        
        
          panting: “there is something in
        
        
          my shoe since we left the house,
        
        
          bothering me…” She takes off her
        
        
          shoe to find a wad of money! Her
        
        
          husband, aware of all, knowing
        
        
          she will be leaving… “She will
        
        
          leave me yes, but I have drunk
        
        
          her soup, she did my laundry
        
        
          for years, she has done a lot for
        
        
          me…” he says.
        
        
          Aşık Veysel, put all his money in
        
        
          the shoe of his wife that she was
        
        
          wearing to walk away from him,
        
        
          the wife leaving him for another
        
        
          man, so that she will not suffer
        
        
          in foreign lands. That beautiful
        
        
          man… He was the man that
        
        
          displayed that honorable act, he
        
        
          was the one left behind… He;
        
        
          saw through the eyes of his heart,
        
        
          told love in the best way possible.
        
        
          He; lived like a human, loved like
        
        
          a human, was not educated, not
        
        
          even permitted to read due to his
        
        
          eyes… Did not travel much, did
        
        
          not have the money to. But he
        
        
          knew effort, lived his love like a
        
        
          human. The definition of true love
        
        
          can never be as clear as this. For
        
        
          some, love is money hidden in a
        
        
          shoe.