Dergi Bursa Şubat/Mart 2014 - page 80

78
köşe
the corner
Ayağıma batan bir aşk var
Love is a thorn in my flesh
Dilek Şen
Aşk uğruna vazgeçmeyi bilecek kadar sevebilmek midir, modernizmin sahip olma
baskısıyla “ya benimsin, ya toprağın” demek midir? Çok okumakla bilinmez çok
şey, çok yaşamak da yetmez aslında, gezmek, görmek bir yere kadar. Aldıklarınla
verdiklerinle ilişkinin muhasebesini tutmak değil, aşk hesapsız olmak belki de.
Is love loving enough to let go or is it as in the modern
concept of ownership, “you are either mine or you will
turn to sand”? Sometimes you cannot know a lot by
reading, no by living also, travelling gets you only so
far. Love is maybe not keeping a track of the things you
gave and got in return, maybe it simply is not calculating
maybe.
Kitaplar yazıldı; aşka kalıplar
çizildi, ömürler biçildi ama
nedense bir aşk ötekine hiç
benzemediğinden belki çok
satıp, az okundu. Oysa bundan
on yıllar önce Anadolu’nun
ortalarında küçücük bir
köyde, güneş yavaş yavaş
batmaya, hava kararmaya
başlar, zamanla karanlık
iyice çöker köyün üzerine.
Evlerden birinde bir kadın
ve adam yatma hazırlığı
yapmaktadır. Erken yatıp
yarın sabaha, güneş ışığına
erken uyanılacaktır. Adam
üzerini değiştirir, yatağına
yönelir. Evin penceresinden,
karanlık bahçeye vuran ışıkta,
ağaçların arasında bir gölge
belirir. Kadın pencereden dışarı
bakar ve gülümser. Kadının
sevgilisi bahçededir... Tam
sözleştikleri gibi, sözleştikleri
saatte ve yerde adam onu
beklemektedir. Kadın kocasının
uyumasından emin olunca
sessizce yataktan kalkar,
üstünü giyer, pencereden
aşağıya atlar. Başka bir adam
için, kocasını terk eder…
Koşarlar iki sevgili, kaçarlar...
Tarlaları, ovaları aşarlar...
Anadolu’da bir köy nasıl
koşmasınlar ki, arkalarından
onları kovalayacak onca şey
vardır; namus belası, töre
cinayetleri, yoksulluk, cefa,
korku... Arkalarında bunlar
varken nasıl durabilirler...
Köyden uzaklaştıklarına iyice
emin olunca soluklanmak için
dururlar... Kadın duraksamayı
fırsat bilip nefes nefese der
ki; “Evden çıktığımdan beri,
ayakkabımın içinde bir şey var
beni rahatsız ediyor...” Çıkartıp
bakarlar ki, ayakkabısının
içinde bir tomar para! Kocası
her şeyin farkında, biliyor ki
gidecek... “Beni terk edecek
ama bunca yıl çorbasını içtim,
çamaşırlarımı yıkadı, ütüledi.
Bana emeği geçti...” der.
Yaban elde muhtaç olmasın
diye bütün parasını; başka bir
adam için kendisini terk eden
karısının, giderek kendinden
uzaklaşan adımlarını attığı
ayakkabısının içine koydu
Aşık Veysel. O güzel insan...
O onurlu davranışı sergileyen,
terk edilen adam oydu... O;
gönül gözüyle görüp, aşkı
en güzel anlatan candı. O;
insanca yaşamış, insanca
sevmiş, çok okumamış, hatta
gözleri ona okuma şansını
hiç vermemiş birisiydi...
Çok gezememişti, yoksul
ve biçareliğinden. Ama o
emeği bilmiş, insanca aşkını
yaşamıştı. Gerçek aşk nedir
dersek yüzlerce cevap alabiliriz
belki ama hiçbiri bu kadar net
özetleyemez aşkı. Aşk, kimisi
için ayakkabıda saklı bir para
işte...
Books were written; drawing
lines for love, estimating its
life expectancy, but perhaps
because no love resembles the
other, they were sold, yet not read
much. However, tens of years
ago, in a small village around the
center of Anatolia, the sun starts
to set slowly, leaving room for
dark. A woman and a man are
getting ready to go to bed. They
sleep early to rise with the sun.
The man changes his clothes,
heads to his bed. He sees a
shadow in the garden outside the
window, in the trees. The woman
looks out the window, smiling.
Her lover is in the garden… Just
as they have promised, the man
is waiting for her at the exact
time and place. As soon as she
is sure her husband has fallen
asleep, she gets up, dresses,
and jumps out the window. She
leaves her husband for another
man… The two lovers run, flee…
Beyond the fields and valleys…
How can they not run, a village
in Anatolia, too much to chase
them; honor, murder in the name
of virtue, poverty, pain, fear…
How can they rest when followed
by all these… Once they know
they have run far enough, they
stop to catch their breath…
Taking this opportunity, she says
panting: “there is something in
my shoe since we left the house,
bothering me…” She takes off her
shoe to find a wad of money! Her
husband, aware of all, knowing
she will be leaving… “She will
leave me yes, but I have drunk
her soup, she did my laundry
for years, she has done a lot for
me…” he says.
Aşık Veysel, put all his money in
the shoe of his wife that she was
wearing to walk away from him,
the wife leaving him for another
man, so that she will not suffer
in foreign lands. That beautiful
man… He was the man that
displayed that honorable act, he
was the one left behind… He;
saw through the eyes of his heart,
told love in the best way possible.
He; lived like a human, loved like
a human, was not educated, not
even permitted to read due to his
eyes… Did not travel much, did
not have the money to. But he
knew effort, lived his love like a
human. The definition of true love
can never be as clear as this. For
some, love is money hidden in a
shoe.
1...,70,71,72,73,74,75,76,77,78,79 81,82,83,84,85,86,87,88,89,90,...132
Powered by FlippingBook