Viyana: “Bir öpücük almadan asla geri dönme…”

Vienna, Özgür Çakır
Vienna

Görkemli geçmişini cömertçe sergileyen, belki de tüm zamanların en ihtişamlı, en aristokrat şehirlerinden… Tıpkı İstanbul gibi büyük bir imparatorluğa başkentlik yapmış, sokak aralarında yayılan piyano ve keman sesleri ile klasik müziğin de başkenti olduğunu haykıran, her köşe başında karşınıza çıkan tarihi yapılar ve sarayları ile en güzel mimari örnekleri barındıran, her yanı kahve kokusu sarmış, Tuna Nehri kıyısına kurulu, bir gezginin tüm beklentilerini karşılayabilecek türden büyülü bir şehre yolculuğumuz.

Vienna, Özgür Çakır
Özgür Çakır

Rotamızı yüzyıllar boyunca Avrupa’nın değerlisi olan, kültürel ve politik açıdan en önemli merkezlerinden birine, Avusturya’nın başkenti Viyana’ya çeviriyoruz. Coğrafi olarak neredeyse kıta Avrupa’nın tam ortasında yer alan, malumunuz Osmanlı İmparatorluğu’nun da gündemini uzunca süre meşgul eden (Bkz. I. ve II. Viyana Kuşatmaları) ve tarihinde önemli dönüm noktalarında hep karşısına çıkan bu eski imparatorluk başkenti günümüzde de hem başkent, hem de iki milyona yakın nüfusuyla ülkenin en kalabalık şehri. Avusturya nüfusunun yaklaşık dörtte biri Viyana’da yaşıyor. Belki tarihte olmamış ama günümüzde görünen o ki Türkler Viyana’yı fethetmiş. Avusturya’da toplam 250.000 civarında olduğu tahmin edilen Türk nüfus Viyana’nın da en önemli etnik unsurlarından bir tanesi haline gelmiş durumda. Ne yöne baksanız Türk görmeniz mümkün. Dolayısıyla Almanca ya da İngilizce bilmeyenler için Viyana’da Türkçe’nin de geçer akçe olduğunu söylemeli.

Vienna, Özgür Çakır
Vienna

Yüzyıllar boyu Hapsburg Hanedanı’nın hüküm sürdüğü imparatorluğun ihtişamlı günlerinin izlerini taşıyan eski kent merkezi ve Schönbrunn Sarayı UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer alıyor. Tarihi boyunca birçok kez kuşatma, iç savaş, işgal ve bombardımana maruz kalsa da kentin tarihi dokusu korunabilmiş. Hasar alan binalar asıllarına sadık kalınarak yeniden yapılmış ve onca yıkımın izleri neredeyse tamamen silinmiş.

Türkiye’nin başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlerinden birçok hava yolunun Viyana’ya tarifeli seferleri mevcut. Hatta İstanbul’dan Viyana’ya otobüs seferleri bile düzenlenmekte. Yaklaşık 2,5 saatlik bir uçuşun ardından varacağınız Viyana Uluslararası Schwechat Havaalanı’ndan yaklaşık 20 km uzaklıktaki şehir merkezine her otuz dakikada bir kalkan otobüs ya da S-Bahn banliyö treni ile ulaşılabilir. Ayrıca yine her otuz dakikada bir sefer yapan hızlı tren CAT ile de şehre ulaşmak mümkün. Türkçe pratiğini artırmak isteyenler ise yaklaşık 30-35 euro tutacak olan bir taksi seyahatini tercih edebilirler. Kentte duraklarını U simgesi ile bulacağınız beş metro hattı (U-Bahn), yüze yakın otobüs hattı, 29 tramvay hattı ve (S-Bahn) banliyö trenleri ile kombine edilmiş mükemmel bir ulaşım ağı mevcut ve Viyana’da neredeyse her yere toplu ulaşım ile gitmek mümkün. Tüm toplu taşım araçlarında bir turnike ya da kontrol sistemi mevcut değil. Kimse biletiniz olup olmadığını sormuyor. Ancak nadir de olsa kontrollerden birinde biletsiz yakalanan yolculara uygulanan para cezası da hatırı sayılır derecede büyük. Münferit biletler almak yerine kalacağınız süreyi hesap ederek 24, 48, 72 saat ya da haftalık ulaşım kartlarını tercih etmek akıllıca. İlk binişte okutacağınız kartı tüm seyahatiniz boyunca yanınızda taşımanız gerekiyor.

Viyana bisiklet ile de gezmeye uygun bir kent. Citybike adlı bisiklet paylaşım sisteminden kent içindeki birçok noktada 1 euro karşılığında kredi kartıyla kiralama yapmak mümkün. İlk saatler ücretsiz. Şehir merkezinde en öncelikli ulaşım yolu da kesintisiz organize edilmiş bisiklet yolları olunca meraklıları ve performansına güvenenler için aslında bisikletle ulaşım en akıllıca tercih gibi görünüyor. Zaten neredeyse diğer tüm Avrupa kentlerinde olduğu gibi şehir bisikletler ve bisiklet sürücüleri tarafından işgal edilmiş görünümde. Bir de tabii daha sonra bahsedeceğim faytonlar…

Viyana gerçekten pahalı bir şehir. Bu yüzden uçak ve otel rezervasyonlarını çok önceden halletmeli. Her ne kadar sonu gelmeyecek gibi duran kalabalık bir listede çok sayıda gezilecek, görülecek ve yapılacak şey olsa da 2-3 günü aşmayacak bir seyahat ile Viyana’nın başlıcalarını aradan çıkarmak mümkün. Bunların çoğu zaten Viyana’nın eski şehir merkezi olan 1. Viyana’da yürüme mesafesinde yer alıyor (şehir 23 ayrı idari merkezden yönetilmekte). Kalınacak yer tercihini de bu bölgeden ya da hiç olmazsa birkaç metro durağı mesafede bir yerden yana kullanmalı.

Tuna Kanalı’nın güneyinde konumlanan eski şehir merkezi, yani 1. Viyana şehrin turistik cazibe merkezi. Çevreleyen eski şehir surlarının yıkılmasıyla kazanılan alanda konumlanan Ringstrasse, yani halka şeklindeki geniş cadde boyunca ters istikametlerde yol alan 1. ve 2. tramvay hatları ile kendi şehir turumuzu yapmakla ve hızlıca adapte olmakla başlayabiliriz gezimize. Stadtpark, Musikverein, ünlü opera binası Staatsoper, Hofburg Sarayı, Sanat Tarihi ve Doğa Tarihi Müzeleri’nin bulunduğu Maria-Theresienplatz Meydanı, Parlamento Binası, Burgtheater, Üniversite Binası ve Votiv Kilisesi hep bu hat üzerinde yer alıyor. Aynı turu daha detaylı bir şekilde yapmak isteyenler için alternatif 1A, 2A ve 3A otobüslerinin ring hatları boyunca bir tur yapmak ve daha içerilere girmek de mümkün. İşte bu büyük halka ile çevrili eski şehir merkezinin en orta noktasında ise Stephansplatz Meydanı’nda bütün ihtişamıyla şehrin en önemli ikonu Stephan Katedrali yani Stephansdom yer alıyor. Tramvaydan indiysek tabanvay turuna başlamak için uygun bir noktada olduğumuz söylenebilir. 136,7 metre yüksekliği bulunan katedral renkli çatısı, görkemli Gotik mimari stili ve 14. yüzyıldan itibaren şehrin tüm tarihine tanıklık yapmasıyla Viyana’nın en önemli sembol olmayı fazlasıyla hak ediyor. Katedralin güney kulesindeki çanın II. Viyana Kuşatması sonrasında Türk askerlerinin geride bıraktıkları silahların eritilerek yapıldıği rivayet ediliyor. Kuleye çıkmak isteyenler 373 basamağı göze almalı. Çan kulesinin bir başka ilginç hikayesi de var. 1534 yılında bu kuleye yerleştirilen memur Osmanlı akıncılarını gözlemlemekle ve olası bir saldırıda çanı çalarak halka haber vermekle görevlendirilmiş. Ve bu pozisyon yüzyıllarca devam etmiş. Ta ki 1956 yılında Viyana Belediye Meclisi’nce artık bir Osmanlı tehlikesi kalmadığına karar verilene dek. Stephansdom’un iç mekanı da yüksek kubbesi, vitrayları ve tüm detaylarıyla gerçekten görülmeye değer. Katedral çevresinde “old town” turu yapan, ait oldukları yıllara ait orijinal kostümlerinde arabacıların sürdüğü at arabalarının durağı ve tahmin edebileceğiniz üzere çok sayıda turistik mekan mevcut.

Stephan Katedrali’nin biraz ilerisinde Viyana’nın en eski pazar alanlarından biri olan Hoher Markt’da yer alan Anker Saati var. Sigorta şirketine ait iki ayrı binayı birleştiren geçit üzerinde yer alan 1911 yapımı saat, dönemin on iki önemli ismine ait insan çizimleri barındırıyor. Her şahsın üzerinde saati gösteren roma rakamları ve hemen üzerinde de dakikayı gösteren bir bant yer alıyor ve tabii haliyle saat başlarına figürlerin yer değiştirme anları yaklaştıkça önündeki turist kalabalık da meraklı gözlerle saati izliyor. Saat 12’de ise toplu bir geçit töreni var tüm figürlerin. Denk gelirseniz izlemesi ilginç olabilir. Art Nouveau tarzındaki, altın yaldızlı süslemelerle dikkati çeken bu tarihi saat Viyana’nın öne çıkanlarından. Diğer yönde katedralin önünden sağa doğru uzanan Graben ve biraz ilerisindeki Kohl Markt ile karşıya doğru uzanan Karntnerstrasse şehrin araç trafiğine kapalı en meşhur caddeleri. Karntner Caddesi ünlü markalara ait mağazaları bulabileceğiniz ve yolun sonunda opera binasına dek uzanan görece uzun bir cadde. Çok sayıda hediyelik eşya satan dükkan da burada konumlanmış. Mozart çikolataları, porselenler, seramik ürünler, el yapımı bebekler, Viyana’ya özgü kristaller ve magnetler sizi bekliyor. Önceleri sebze-meyve pazarı olan Graben Caddesi şimdilerde lüks butiklerin, hediyelik eşya satan dükkanların ve geniş cadde ortasına konumlanan sokak kafelerinin bulunduğu bir yer haline gelmiş. Caddenin ortasında yer alan Veba Anıtı ise salgın yıllarında kaybedilen kişilerin toplu mezarlarını işaret ediyor. Veba anıtı günün neredeyse her anında sokak çalgıcılarının performanslarını sergilediği bir alan. Anıt çevresindeki kafelerden birinde Viyana’nın meşhur kahvesi Melange ile tanışıp klasik müzikle kulakların pasını silmek için doğru yerdesiniz. Graben Caddesi’nin üzerinde sağ tarafta yer alan St. Peter Kilisesi birdenbire sokaktan adeta taşarcasına karşınıza çıkacak. Çevresindeki binalar arasında sıkışmış görünümdeki kilise tüm fotoğraflarında sokaktaki diğer binalarla görüntülenmeye yazgılı. Veba anıtına gelmeden bir önceki arada sol tarafta yer alan Yahudi Müzesi ise Avrupa Tarihi’nin kara lekesini tüm çıplaklığı ile ortaya koyan, sadece soykırımı değil Avrupa’daki Yahudi nüfusun hikayesini de anlatan çok iyi düzenlenmiş zengin bir müze. Bu müzeye alacağınız biletin ekstrası ise Graben’in biraz ilerisindeki ek binada konumlanan Amy Winehouse müzesini gezme hakkı.

Graben’in sonunda sol tarafa döndüğünüzde Habsburg Hanedanı’nın kışlık sarayı olan Hofburg karşınıza çıkacak. Aslında büyük bahçeler ve binalar kompleksinden oluşan geniş bir alandan bahsediyoruz. Hofburg Sarayı daha çok kışlık malikane olarak kullanılırken Schönbrunn Sarayı ise yazlık olarak tercih edilmiş. Hofburg Sarayı’nda toplamda 4,5 milyondan fazla tarihi eser olduğu belirtiliyor. İlginç bir not olarak Fransız kraliçelerinden Marie Antoinette de bu sarayda gelmiş. Sarayın ana binasının önünde Prens Eugene’in ait at üstünde bir heykeli bulunuyor. Binanın bir kanadında yer alan Efes Müzesi’ni gezmek bünyenizde değişik duygular uyandırabilir. Selçuk’taki Efes Müzesi kadar zengin olmasa da görsel açıdan etkileyici büstler var. Efes Antik Şehri’nin kazısını üstlenen Avusturyalı heyete padişah iradesiyle hediye edilen Bronz Atlet Heykeli müzenin en önemli parçası. Yine Celcus Kitaplığı’ndan çıkarılan bazı heykeller de burada sergileniyor. Heldenplatz Meydanı ve önündeki Volksgarten isimli bahçeyi çevreleyen saray kompleksinde Graben’e bakan girişte Sisi Müzesi, İspanyol Binicilik Okulu, Avusturya Ulusal Kütüphanesi, Kraliyet Apartmanları, Kraliyet Gümüş Kolleksiyonu, Kraliyet Mücevher Müzesi ve Hofberg Şapel’i bulunuyor. Arka taraftaki ana binada ise Sanat Tarihi Müzesi, Papirus Müzesi ve Etnografya Müzesi konumlanmış. Hofburg’un arka tarafı Burggarten eskiden adı üstünde sarayın bahçesi iken şimdi büyük bir park olarak kullanılıyor. Mozart’ın heykeli bu parkta. Parka bakan botanik bahçesi görünümündeki mekan ise Palmenhaus Cafe. Sarayın tropik bitkiler serası iken günümüzde kafe olarak kullanılıyor. Turistlerin yanı sıra üniversite öğrencilerinin de rağbet gösterdiği bu kafe-restoran mutlaka görülmeli ve seyahat notlarına eklenmeli. Palmenhaus’un sırtını verdiği kesimde Augustinerkirche Kilisesi ve Albertina Müzesi yer alıyor. Hemen yanındaki alanda ise Schmetterlinghaus isimli “Kelebek Evi” var. Şehrin orta yerinde tropik bitkilerle çevrili bir serada onlarca çeşit kelebeğin salındığı bir nevi kelebek bahçesi. Palmenhaus’un önündeki Burggarten özellikle güzel havalarda Viyanalıların sere serpe uzanıp güneşlendiği ve açık havanın tadını çıkardığı şehrin önemli yeşil alanlarından bir tanesi. Benzer durum sarayın diğer tarafında kalan Volksgarten ve diğer tüm parklar için de geçerli. Hazır yeri gelmişken Viyana şehir merkezinin %28’inin yeşil alan olduğunun da altını çizmeli.

Hofburg saray kompleksinin arkasında ise müzeler bölgesi yer alıyor. Az evvel bir dolu müze isminden bahsettiğimin farkındayım. Viyana bir sanat kenti ve dünyanın en iyi müzelerine de ev sahipliği yapıyor. Her köşe başında bir müze var desem yeridir. Maria Theresa heykelinin bulunduğu Theresienplatz Meydanı’nın iki yanında karşılıklı yer alan görkemli yapılardan ilki Naturhistorisches Museum yani Doğa Tarihi Müzesi, diğeri ise dünyanın en iyi sanat koleksiyonlarından birini barındıran Kunsthistorisches Museum yani Sanat Tarihi Müzesi. Bu iki devasa müzenin arkasındaki alan ise Museum Quartier olarak adlandırılan bir başka müze kompleksi. Bünyesinde Designforum, Mimari Müze, Mumok isimli Modern Sanat Müzesi, Kunsthalle Wien ve Leopold Müzesi’ni barındırıyor. Dünyanın en geniş Egon Schiele ve Gustav Klimt koleksiyonuna sahip olması ile Leopold Müzesi bu kompleksin öne çıkanı. Klimt’in meşhur “Kiss” isimli tablosu Belvedere Sarayı’nda, ancak Leopold Müzesi’ndeki koleksiyon da çeşitliliği ve Klimt’e ayırdığı alan ile sanatseverlerin kaçırmaması gereken en önemli duraklardan bir tanesi. Müzeler bölgesi çıkışında sol tarafta göreceğiniz Yunan tapınaklarını andıran yapı ise Avusturya Parlamentosu’na ait. Sağ tarafta Karlsplatz yönünde Burggarten’i geçince köşede dikkati çeken bina ise Staatsoper yani sıradaki durağımız Opera Binası.

Belvedere, Özgür Çakır

Beethoven’den Chopin’e, Hydn’dan Mozart’a, Strauss’tan günümüz sokak müzisyenlerine yüzyılları aşan bir müzik geleneğine sahip Viyana. İrili ufaklı çok sayıda konser salonu neredeyse her akşam kapılarını müzikseverler için açıyor ve elbette ki bunların en önde geleni Viyana Devlet Operası Staatsoper. Tabii Viyana’ya gidip bir klasik müzik konseri izlemeden dönmek olmaz. Hemen belirtelim mutlaka önceden rezervasyon yaptırmak gerekiyor. Son dakikacılar için salonda ayakta izlemek isteyenlere ayrılmış bir bölüm de mevcut. Daha da olmadı opera binasının arka bahçesinde dev ekranlarda içerdeki konserin canlı yayınını da izlemek mümkün. Teselliyi gündüz saatlerinde rehberlik turlarından birine katılıp operanın ipek perdeler ve tablolarla süslü muhteşem salonlarında gezinerek bulabilirsiniz.

Opera binasının çapraz karşısında gördüğünüz büyük parkın arkasında yer alan Barok tarzdaki kilise az evvel bahsi geçen Karlskirche. 18. yüzyılda yapılan kilise o dönem için sıra dışı sayılabilecek eklektik bir mimari yapı. Değişik kilise ve tarihi binalardan alıntılar yapılmış. Dış yüzeyi Yunan stili Portikus Tapınağı’ndan, iki büyük sütunu Roma’daki Trajan sütunlarından ve kilisenin girişi de Roma Barok stilinden esinlenilerek inşa edilmiş.

Karlsplatz’ın biraz ilerisindeki diğer meydan Schwarzenbergplatz. Buradaki Sovyet Askeri Anıtı savaşı hatırlatan az sayıdaki yapıdan biri. Hemen arkasında değilse de hafif sol çaprazında şehrin bir diğer Barok stili saray olan Belvedere uzanıyor. Uzanıyor derken gerçekten de kelimenin tam anlamıyla öyle. İnce uzun bir arazi üzerine inşa edilmiş olan saray iki ayrı binadan oluşuyor. Askeri kariyerine Fransa’da başlayıp Avusturya’da yükselen ve Osmanlı ordusuna karşı savunma savaşındaki başarısı sonucunda bu sarayla ödüllendirilen Prens Eugene Savoy’un emriyle mimar von Hildebrandt’a yaptırılmış. Yukarı ve Aşağı Belvedere Sarayı olarak iki parçadan oluşan Barok yapılar birbirine çok geniş, harika peyzaj ile süslü, havuzlar ve harika heykeller barındıran göz alıcı bir bahçe ile bağlı. Gustav Klimt’in dünyaca meşhur Kiss/Öpücük isimli tablosu Yukarı Belvedere Sarayı’nda sergileniyor. Belvedere Sarayı Avusturya ulusal kimliği açısından da önemli bir mekan. 2. Dünya Savaşı sonrasında 15 Mayıs 1955’te işgal statüsünün sona ermesi, Avusturya’nın bağımsızlığının ilanı ve dolayısıyla Viyana’nın tekrar başkent oluşuna dair anlaşma müttefiklerle bu burada imzalanmış. Başta Klimt olmak üzere harika bir koleksiyonun sergilendiği bu “saray müze” mutlaka gezilmeli. Viyana’nın sloganını da hatırlatmakta fayda var: “Never Leave Vienna Without A Kiss”. 3. bölge olan Landstrasse’de Belvedere Sarayı’nın hemen yanındaki daha küçük boyutlu saray ise Schwarzenberg Sarayı. Hildebrandt’ın bir başka eseri olan bu sarayın bir bölümü beş yıldızlı otel, diğer kısmı ise İsviçre Büyükelçiliği olarak kullanılmakta. Belvedere’nin bahçesine paralel seyirli ikinci büyük yeşil alan da bu sarayın bahçesi. Ve tabii ben bahçe olarak nitelendiriyorum ama Türkiye standartlarına göre bunlar bayağı geniş ve büyük şehir parkları ile aynı ölçülerde.

Saray gezmelere doyamadık dediğinizi duyar gibiyim. Yetmez ama evet, en büyük ve güzel lokmayı sona sakladım. Paris’in Varsailles’i varsa Viyana’nın da Schönbrunn’ü var. Dünya Kültür Mirası listesinde bulunan Avusturya’nın en önemli kültürel eserlerinin bulunduğu saray ülkenin aynı zamanda en çok ziyaret edilen yeri. Sarayı gezmek için satılan biletler görmek istediğiniz kadarına göre 8,5-18 Euro arasında değişiyor. Ve tabii sadece parayı gözden çıkarmış olmanız yetmiyor. Sarayın önünde şimdiye kadar gördüğüm en büyük kuyruklardan birine rastladığımı söylemeliyim. Bu kuyruğu beklememenin iki yolu var. İlki diğer turistik mekanlarda da olduğu üzere daha önceden internet üzerinden biletinizi satın almak. Bir diğeri ise Schönbrunn metro istasyonunda indiğiniz yerde bulunan Mozart replikası gençlerin yanında soluğu almak. Burada akşamki konser ile birlikte saray için kombine biletler satılmakta. Hem akşamın programını aradan çıkarmak, hem sırada bekleyeceğiniz birkaç saati kazanmak ve hem de elbette Viyana’dan klasik müzik konseri dinlemeden dönmemeyi başarmak mümkün; bir taşla üç kuş. Saray binası dışarıdan çok görkemli gözükmese de özellikle tavan süslemeleri ve odalardaki dekorasyon için bile görülmeye değer. Yazlık saray olarak inşa edilmiş olan kompleks uçsuz bucaksız izlenimi veren bahçeleri (ki bu alan Osmanlı’nın Viyana kuşatması esnasında şehir savunmasını güçlendirmek amacıyla yıkılan binalarla kazanılmış), bu bahçede yer alan labirent ve oyun alanı ile dünyanın en eski hayvanat bahçesi olarak bilinen Tiegarten çocuklu aileler için ilgi çekici olabilir. Sarayın bahçesi içinde karşıdaki tepede yer alan 1775 yapım tarihli Glorietta ise bir çeşit zafer tacı ve Viyana’nın değişik bir cephesine oldukça yükseklerden bakmak için performansına güvenenlere iyi bir hedef olabilir. Saray bunlarla da sınırlı değil. Palmenhaus yine sarayın bahçesi içerisinde yer alan, o dönemlerden kalma yapım tekniği ile dikkat çeken, birçok tropik bitkiyi barındıran dev bir sera (hatırlayacaksınız Hofburg Sarayı’nda da kafeye çevrilmiş benzer bir tropik bahçe mevcut).

Vienna, Özgür ÇakırVienna

Tarihte iki kez Viyana kapılarına dayanmış olan Osmanlıların Viyanalılara hediyesi kahve olmuş. Osmanlı ordusunun geri çekilirken bıraktığı erzağın içinde bulunan kahvenin ne olduğu, nasıl pişirildiği esirlerden öğrenilmiş ve Avusturyalılar kahve ile tanışmış. Kafeler yüzyıllardır kent hayatının değişmez bir parçası. Viyana’nın meşhur kafeleri de önemli turistik unsurlardan biri. Hepsinin kendine has bir havası var. Elbette ki önemlileri 1. Viyana’da yer alıyor. Burgtheatre’ın yanındaki Cafe Landtmann yüz yıllık tarihinde hep tiyatro severlerin, tiyatro oyuncularının, gazetecilerin ve politikacıların gözde mekanı olmuş. Diğer bir başka alternatif ise Cafe Central. Zamanında Sigmund Freud’un da uğrak yeriymiş. Bugün hala otantik havasıyla her gezginin en az bir kere uğraması gereken adreslerden biri. Kahvenin yanında tatlı isteyenler için Viyana’nın bir başka meşhuru Saacher Torte’yi önermeli. Opera binasının hemen arkasındaki Saacher Hotel’in yanında bulunan Cafe Saacher sizi bekliyor. Önündeki uzun kuyruktan rahatlıkla tanıyabilirsiniz. İçerideki çalışanların disiplini, dekorasyonun ilk zamanlardaki halini koruyor olması ve garsonların da değişmeyen üniformalarıyla eski günlerin havasını korumayı başarmış bir mekan. Viyana’nın bir başka ünlü pastanesi de Hofburg girişinin karşısındaki sokakta Kohl Markt’de yer alan ve geçmişi 1786’ya uzanan meşhur Demel Pastanesi. Sigara içilebilen alt katında masaların bulunduğu yerden camla ayrılmış mutfak bölümü izlenebiliyor. Üst kat ise daha şık bir tarzda döşenmiş. İsim hakkı daha önceden alınmış olan Saacher Torte’yi burada da tatmak mümkün. Girizgahı tatlıdan yaptık ama Viyana’nın yeme-içme denince en meşhuru malumunuz şinitzel. Şinitzel deyince de elbette ki Figlmüller. Tarihi restoran Stephansdom’un çok yakınında Gutenberg Meydanı’na bakan bir pasaj içinde yer alıyor. Giriş küçük ve görkemsiz, ama mekanı burada da kapıda bekleşen turist kalabalığından tanıyabilirsiniz. Aynı işletmenin pasaj girişinin yer aldığı sokak olan Baeckerstrasse üzerinde biraz daha ileride nispeten daha kolay yer bulunabilen bir şubesi de bulunuyor. Viyana’nın en iyi şinitzeli devasa bir boyutta ve yanında kendisinden de lezzetli bir patates salatası ile birlikte sunuluyor. Mutlaka denenmeli. Yeme-içme işini elbette ki tüm öğünlerde turistik mekanlarda halledecek değiliz. Ayaküstü atıştırmak için Viyana’nın meşhur sosisleri ve köşe başlarındaki büfeler sizi bekliyor olacak. Daha uygun alternatifler için ise Nasch Markt’ı önermek mümkün. Karlsplatz yakınlarındaki bu pazar yeri son derece iyi organize olunmuş bir mekan. Sebze, meyve, peynir, şarap, tatlı, balık, et ve et ürünlerinin satıldığı pazarda değişik mutfaklardan örnekler sunan restoranlar da mevcut. Türk, Yunan, Ortadoğu, Asya ülkelerinin ürünlerinin ve mutfaklarının da yer aldığı pazarda esnafın büyük kısmını Türkler oluşturuyor. Cumartesi günleri bölgedeki otoparkta bir de çok renkli ve zengin bir bit pazarı kurulmakta. Nasch Markt’a en kolay ulaşma aracı U4 numaralı ve yeşil renkteki metro hattı. Kettenbrucke durağı pazarın hemen girişinde yer alıyor.

Viyana Avrupa’nın şarap üretiminde öne çıkan başkentlerinden biri. Geniş bağlarla çevrili bir kent olduğundan şarap evleri de bir gelenek halini almış. Viyana’nın biraz dışındaki bölge geleneksel Viyana’yı keşfetmek isteyenler için ideal. Şarap evlerinde çoğunlukla kendi bağlarının üretimi olan şarapları tadabilir, yerel müzisyenlerin canlı müzikleri eşliğinde yemek yiyebilirsiniz. Deneyimlemek isteyenler Grinzing ve Rudolfshof’u seyahat programlarına dahil etsinler. Özellikle yaz mevsiminde bahçeler hafta sonu akşamlarında kalabalık oluyor.

Önümüz yaz ve sizi bir kara şehrine davet ediyorum. Ama bol bol yüzüp güneşlenebileceğiniz bir şehre. Viyana içinden Tuna Nehri’nin geçtiği bir şehir ve nehirden ayrılan bir de kanal inşa edilmiş durumda. Bir Orta Avrupa şehri olmasına rağmen Viyanalıların örneğin deniz kenarında bulunan İzmir ya da İstanbul’daki insanlardan daha fazla yüzüp güneşlenebildiklerini söylemek mümkün. Şöyle ki kanal kıyısındaki çok sayıdaki plaj dışında şehrin içine dağılmış onlarca havuz tesisi mevcut. Bunlara makul ücretler karşılığında girilerek bütün bir günü havuz başında geçirmeniz mümkün. Tesis kalitesinin de üst düzeyde olduğunun altını çizmeli.

Eski şehrin kuzeyinde yer alan kanal ve nehir boyunca uzun yürüyüşler yapabilirsiniz. Bu bölgede devasa bir orman şeklinde korunmuş büyük bir şehir parkı mevcut: Prater. Bu parkta ise yine çok eski bir meşhur lunapark ile şehrin sembollerinden olan Wiener Riesenrad isimli tarihi dönme dolap var. 1896 yılında İmparator I. Franz Jozeph’in tahta çıkışının 50. yılı dolayısıyla İngiliz mimar Basset’e otuz adet vagonlu olacak şekilde yaptırılmış, 2. Dünya Savaşı’nda hemen hemen tamamı yanmış. 1947 yılında 15 vagonlu olarak tekrar hizmete açılmış. Yüksek bir tepede kurulu bu tarihi dönme dolabın büyük vagonlar şeklindeki kabinlerinde ağır ağır dönerek şehrin panoramik manzarasını izleme şansını kaçırmayın. Riesenrad’ın bulunduğu lunapark da ilgi çekici. Özellikle çocuklar için baştan çıkarıcı olduğunu söylemeye gerek yok belki ama yaz-kış ziyaret edilebilecek olan bira bahçeleri ile yetişkinleri de cezbediyor. Aynı zamanda bir kasap olan Karl Kolarik tarafından 1920 yılında kurulan ve aile tarafından işletilmeye devam eden Schweizerhaus isimli devasa bira cumhuriyetinde kışın en soğuk günlerinde bile açık havadaki ısıtma sistemi sayesinde tadına doyulmaz sosisler eşliğinde biranızı yudumlayabilirsiniz. Futbol meraklılarının ismini hemen hatırlayacakları Avusturya milli takımının maçlarını oynadığı Ernst Happel Stadyumu da Prater’deki büyük park içinde yer alıyor.

Prater’deki eğlence ve yeme-içme işini sonlandırdıysanız yavaş yavaş kanal kıyısına yürümenin vaktidir. Kanala inerken içinden geçeceğiniz ormanın sıklığına, güzelliğine ve bu ormanın Avrupa’nın en büyük metropollerinden birinin orta yerinde olduğuna şaşarak temiz havanın tadını çıkarın. Lunaparkın yaklaşık olarak tam karşısında kanalın diğer kıyısında yer alan sıradaki hedefimiz Hundertwasser Evi. Viyanalılar, Barcelona’nın Gaudi’si varsa bizim de Hundertwasser’imiz var diyor. Çılgın sanatçı çirkin binaları güzelleştirmesi ile ün kazanmış. 2001 yılında öldüğünde 70 yaşında olan Hundertwasser’in sanat anlayıcı orijinal, sıra dışı ve ele avuca sığmaz olarak nitelendiriliyor. Mimarın en öne çıkan eseri ise Landstrasse’deki Hundertwasserhaus. Hiçbir yerinde düz öğe kullanılmamış ve dış yüzeyi rengarenk olan bina ağaçlarla bezeli terasları ile Viyana’nın en çok turist çeken noktalarından biri. Bugün hala gündelik yaşamın sürdüğü bina aslında belediyenin yaptırdığı ve düşük maliyetle planlanan bir tür sosyal konut. İçinde halen ikamet edildiği için binayı ziyaret etme şansınız yok, ancak binanın hemen karşısında yine Hundertwasser’in eseri bir pasaj mevcut. Bodrum kattaki tuvaleti es geçmeyin. Hediyelik eşyalar için oldukça zengin dükkanların olduğun belirtmeli. Hundertwasserhaus yakınında bir de mimarın eserlerini barındıran müze mevcut. Mimarın Viyana’daki diğer bir eseri ise Spittelau semtinde yer alan katı atık enerji santrali. İlgi çekici bacası ve yine rengarenk gövdesi ile şehrin birçok yerinden rahatlıkla görülebiliyor ve enerji santralinden daha çok çocuklar için tasarlanmış bir masal ev gibi duruyor. Mimariye ilgisi olanlar için bir dipnot: Spittelau’nun çok yakınında dünyanın yaşayan mimari starlarında Zaha Hadid’in tasarladığı bir site de mevcut. Yeri gelmişken belirtmeli.

Sayfalar tükendi anlatacaklarım bitmedi. Viyana denince ilk akla gelen saraylar, ihtişamlı binalar, aristokrasi ve klasik müzik olunca insan ister istemez acaba bir yerden sonra sıkıcı ve boğucu olabilir mi gibi bir düşünceye kapılıyor, haklısınız. Ama önümüz yaz, Viyana yaz aylarında bir çiçek gibi açılan, pozitif enerjisiyle hayat verdiği valsin coşkusunu hissettiren, cıvıl cıvıl, yaşayan bir şehir. Her gezgin Viyana’da kendi tercihlerine uygun bir rota belirleyebilir. Tarih, sanat, mimari, doğa, alışveriş, eğlence… Ve bir de koca bir “öpücük”. Daha ne olsun?

 

Başa dön tuşu