Jannah Theme License is not validated, Go to the theme options page to validate the license, You need a single license for each domain name.

Selam sana Beyrut!

Beyrut - Özgür Çakır

“Selam sana yüreğimin derinliklerinden ey Beyrut! Kabul edin bu selamımı, ey denizler, evler
ve eski denizlerin yeni yüzü çöller… O ki benim halkımın hamurundan yoğrulmuş ekmeğim, içkim, yaseminim.

Tadın nasıl da ateşin ve dumanın tadı oldu? Beyrut! seni terk eden delidir, ey Beyrut!
El üstünde tutulacak şehirsin sen ey Beyrut! 

Kapısını kapattı Beyrut
Kendisini sabah akşam el üstünde tutacak
ve güzel günlere taşıyacak insanlara.
Sonra bir başına kaldı sabah, akşam ve gecelerde…

Benimsin sen ey Beyrut!
Benimsin, halkımın kanayan yarası,
Analarımın akan gözyaşısın.
Benimsin sen ey Beyrut!
Benimsin…”

Beyrut - Özgür Çakır
Beyrut – Özgür Çakır

 

 

 

 

 

 

Adı Arapça’da turkuvaz anlamına gelen, oraların yaşayan efsanesi kabul edilen, Ortadoğu’nun en büyülü sesi ve gerçek divası Fairuz’un Lübnan iç savaşına atfen seslendirdiği ‘Le Beirut’ şarkısı bu. 1975’te başlayıp 1990’da biten Lübnan iç savaşının belki de hatıralarda kalan en naif detayı bu şarkı. Savaşan taraflardan kim radyoyu ele geçirirse bu şarkıyı çalarmış; Fairuz’un kadife sesi şehrin sokaklarına yayılınca insanlara güven duygusu gelir, sokağa çıkılır, gündelik işler halledilirmiş çabucak; ta ki radyoda bir kez daha ‘Le Beirut’ çalana kadar. Zamanla bir tür ateşkes çağrısına dönüşmüş bu şarkı ve iki tarafın da ortak duygusunu ifade eder olmuş: “Benimsin sen ey Beyrut!”

Beyrut - Özgür Çakır

Dergi Bursa’nın sıkı takipçileri bir önceki gezi yazımın başlığında “Doğu’nun limanları” derken ve Amin Maalouf’un adını zikrederken uzattığım ipin ucunun Beyrut’a bağlanacağını tahmin etmişlerdir. ‘Uzaktaki yakın’ bu defa Ortadoğu’nun en büyüleyici kenti; Beyrut.

Beyrut
Beyrut

Eski bir Osmanlı vilayeti olan ve o dönemlerde ipek ticareti ile zenginleşen bu liman şehrinin tarihi çok daha eskilere, MÖ 15. yüzyıla dayanıyor. ‘Beyaz karlar ülkesi’ demek olan ve Türkiye’yi saymazsak Ortadoğu’nun tek kar yağan ülkesi burası. Yüksek dağlarında yetişen sedir ağacını kendine bayrak yapan Lübnan’ın başkenti Beyrut, bulunduğu coğrafyanın en güzel bölgesinde kurulu olması nedeniyle tarih boyunca hep bir cazibe merkezi olmuş. 1950’lerden iç savaşın başladığı 1975’e kadarki dönemde ise Ortadoğu ülkelerini batıya bağlayan limanı, üniversiteleri, İsviçre’dekilerle benzer çalışma esaslarına sahip bankaları, lüks mağazaları, kumarhaneleri, gece hayatı ve o dönemlerde nüfusun çoğunluğunu oluşturan Hıristiyan nüfusun etkisiyle gelişen batılı yaşam tarzıyla en ihtişamlı günlerini yaşamış ve Doğu’nun Paris’i sayılmış.

“Neden Paris de Londra değil?” diye soracaklara; şehrin I. Dünya Savaşı sonrası Milletler Cemiyeti tarafından Fransız mandası altına verildiğini ve bu durumun 1946’ye dek sürdüğünü, Beyrut’ta çok yoğun bir Fransız etkisinin olduğunu, özellikle Hıristiyan nüfusun büyük kısmının Fransızca konuştuğunu, birçoğunun Fransa ile organik ilişkileri bulunduğunu, bir ayağı Fransa’da diğeri Lübnan’da yaşayanların bol olduğunu ve cadde isimlerinin “Rue” ile başlayıp Paris’tekine benzer şekilde tabelalandırıldığını söyleyebilirim. Tabii böyle bahsedince aklınızda yanlış bir imaj uyansın da istemem doğrusu. Her ne kadar yüzü batıya dönük bir şehir de olsa bir Ortadoğu ve Arap ülkesinin başkentinden bahsettiğimin altını çizmek isterim. Elbette bunun Beyrut’a gidince yaşayacağınız tek çelişki olmadığını da belirtmeliyim. Bunları niye mi anlattım? Çünkü bu yazıyla birlikte, bir sonraki yurtdışı seyahatinizin yönü belli artık. Gidip göreceğiniz bu kentin tarihini de bilin istedim.

Lübnan’a gitmek çok zahmetsiz. Haritaya bakarsanız aslında burnumuzun dibinde olduğunu siz de göreceksiniz. Dilerseniz Antep ya da Antakya’dan Suriye’yi de geçerek taksiyle hem de oldukça düşük ücretlerle, dilerseniz karayoluyla ya da her gün birden çok havayolu şirketinin gerçekleştirdiği karşılıklı İstanbul-Beyrut seferleriyle Antalya’ya gitmekten farksız Beyrut’a gitmek. Onlarca farklı seyahat şirketi Beyrut’a tur düzenliyor. Tek yapmanız gereken, pasaportunuzu cebinize atıp yollara düşmek. Çünkü 2010 yılından beri karşılıklı vizelerin kalktığı ülkelerden biri de Lübnan.

Beyrut’a vardığınızda sizi son derece şık bir havaalanı ve güler yüzlü insanlar karşılayacak. Türkiye’den gittiğinizi her fırsatta dile getirmenizi öneririm; bunu yaparsanız, zaten sempatik ve sıcakkanlı olan Beyrutlular Türkiye lafını duyar duymaz ekstra bir motivasyonla yaklaşacak size. Yurtdışı seyahatlerinizde Bosna Hersek ve Azerbaycan’ı saymazsak pasaportunuza sempati ile yaklaşılacak nadir duraklardan birindesiniz. Ama baştan uyarmalıyım bunun bir handikabı da var; ardından gelecek sorular. Televizyon yıldızlarının özel hayatları ve İbrahim Tatlıses’in sağlık durumu gibi konularda bir çok soruyla muhatap olmanız ihtimal dahilinde.

Dersinize çalışarak gitmenizde fayda var. Şaka bir yana bütün doğu toplumlarında olduğu gibi Beyrut da yüzünü batıya dönmüş durumda ve onların da en yakın batı komşusu olarak ilk öykündükleri, örnek aldıkları model Türkiye. Hazır coğrafi konumlara girmişken hemen uyarmalıyım; havaalanında kontuarlar doğu ve batı için iki farklı yönde konumlandırılmış durumda ve dönüş yolunda olur ha alışkanlıkla havaalanında doğu yönüne ilerlemeyin, sizin uçağınızın check-in işlemlerini yapan bankolar batı bölümünde. Havaalanından büyük ihtimalle Hamra bölgesinde yer alan otelinize taksiyle gideceksiniz. Hatta her yere taksiyle gideceksiniz çünkü Beyrut’ta toplu taşıma aracı yok. Bu yüzden öğrenmeniz ve alışkanlık haline getirmeniz gereken ilk şey taksilerle pazarlık yapmak. Turist tarifesi, yerel halk için olan tarifenin neredeyse dört beş misli. Gerisi sizin pazarlık gücünüze kalmış. “Pazarlığı ne üzerinden yapacağım” derseniz, ortalama bir şehir içi seyahati, mesela havaalanı ile Hamra bölgesi arasındaki bir yolculuk için 15-20 dolardan fazla vermemelisiniz. Her yerde dolar kullanabilirsiniz. Alternatifi, Lübnan Lirası. Kaba bir hesapla bizim liramızdan üç sıfır atmanız halinde Lübnan Lirası (LBP) karşılığını bulabilirsiniz.

 

Oteller bölgesi sayılabilecek olan Hamra, Batı Beyrut’un eskilerde daha fazla ön planda olan ama hala canlılığını koruyan bir bölgesi. Bu bölgede orta ve üst düzeyde konaklama mekanları çok ama dileyenler için şehirde daha ekonomik seçenek olarak pansiyonlar ya da tam tersi en lüks otellerin zincirleri de var. Genel olarak Beyrut’ta aradığınız her şeyi bulabilirsiniz. Sanırım her gidenin döndüğünde başından geçenleri ballandıra ballandıra anlatmasının sebebi de bu; Beyrut, her gelene istediğini veren bir şehir.

Diyelim tarihe meraklısınız; ulusal müze emrinizde, dünyanın en eski liman kenti olan Byblos yanıbaşınızda ve biraz yolu göze alırsanız gelmişken Ortadoğu’daki en önemli Roma kalıntısı olan Baalbeck şehrini görmeniz hatta festival zamanına denk getirirseniz bir de caz konserini aradan çıkarmanız mümkün. Fotoğrafçısı mısınız? Şehrin her yanı fotoğraf. Gece hayatına düşkün ve biraz da çapkın mısınız? Kesinlikle doğru yerdesiniz. Beyrut’un gece kulüplerinin eşi benzeri yok desek abartmış olmayız. Sosyolojiye ve siyasete mi meraklısınız? Belki de görebileceğiniz en tuhaf ve karmaşık etnik yapıya sahip şehirdesiniz.

Ülkede resmen tescilli 16 değişik din ve mezhepten insan yaşıyor. Örneğin iç savaş; ilk bakışta bir Hıristiyan Müslüman çatışması gibi gözükse de onlarca aktörüyle kimin kiminle müttefik, kimin kiminle düşman olduğunun belli olmadığı, müttefik ve düşmanların neredeyse her gün değiştiği, bir süre sonra Lübnanlıların “bu bizim savaşımız değildi aslında” diyerek özetledikleri büyük bilmece. Kayak sporuna ya da yüzmeye merakınız var diyelim. Şaka değil; uygun bir mevsimde aynı gün içinde kayak yapıp sonra denize girebileceğiniz bir yer Beyrut. “Bunların hiç birini istemem, ben alışveriş tutkunuyum” mu diyorsunuz? Yine doğru yerdesiniz. Bu da mı olmadı? O zaman buyurun sizi Osmanlı soslu Akdeniz katkılı Ortadoğu mutfağına davet edelim. Enfes mezeler, salatalar, zeytinyağlılar, kebaplar ve tatlılarla biraz yüzünüz gülsün. Bir şehir için bundan iyisi Şam’da kayısı diyeceğim o da zaten birkaç saat mesafede; yanı başınızda.

Kalacağınız yer Hamra bölgesinde ise bu şehri anlamak için en doğru yerden yani Hamra Caddesi’nden başlayabilirsiniz tanışmaya. 1970’lerde Beyrut’un en gözde mekanı burasıymış. İç savaş döneminde çok yoğun hasar almış olsa da 2000’li yıllarda başlayan onarım ve restorasyon çalışmalarıyla eski günlerini aratmayacak bir güzelliğe kavuşmuş. Beyrut için küllerinden doğuyor klişesini kullanmak istemem çünkü artık bu cümlenin yüklemi geçmiş zamana bağlanmalı. Çünkü Beyrut, küllerinden çoktan yeniden doğmuş durumda.

Bazı binalarda hala savaşın izleri duruyor, uçaksavar ve mermi deliklerini görüyorsunuz evet ama bence şehrin cazibesinin bir kaynağı da bu. İşte bu yüzden hafızası sürekli canlı bir şehir burası. Binalar yenileniyor ve şehir güzelleşiyor olsa da, insanlar şaşırtıcı derecede huzurlu ve neşeli görünseler de biraz sohbet edip o yılları soracağınız orta yaş üstü bir taksi şoförünün usul usul süzülen gözyaşları, şehrin hala canlı hafızasını ve kanayan yarasını ele veriyor. Belli ki bu yüzden bazı kritik köşebaşlarında bulunan askeri inzibat noktaları, tedbirin elden bırakılmadığını söylüyor.

Zihninizde sıkıyönetim koşulları olan bir şehir izlenimi bırakmak istemem doğrusu; bu inzibat noktalarındaki askerler özellikle turistlere karşı son derece kibar, hepsi iyi derecede İngilizce biliyor ve orada olmaları size kesinlikle rahatsızlık vermiyor.

Batı Beyrut’un yani El-Müsytibe’nin çoğu Müslüman; Doğu Beyrut’un yani El-Eşrefiye’de yaşayanların çoğu ise Hristiyan. Hamra Caddesi gibi Beyrut’u Beyrut yapan birçok şeyin de Batı Beyrut’ta. Hamra Caddesi karşılıklı cafeler, restoranlar, butikler ve otellerin yerleştiği, Turizm Bakanlığı’nın bulunduğu bir meydandan başlayarak güneye doğru sahile paralel uzanan ve hayatın geç saatlere kadar canlı olduğu bir yer. İlgi alanınıza göre değişik mekanlarda cadde boyunca zaten vakit geçireceksiniz elbette ama benim önerim ara sokaklara dalarak, tabanvay marifetiyle şehri talan etmek. Böylece şehri daha yakından tanıma şansınız olacak ve kısa bir süre sonra kendinizi oralı gibi hissetmeye başlayacaksınız. Hamra’nın ara sokakları boyunca sizi bekleyen güzel bir sürpriz de grafitiler ve duvar yazıları. Duvarları takip ederseniz, hem çeşitlilikleriyle sizi şaşırtacak hem de içerikleriyle tanışma faslını geçip ahbap olmanızı sağlayacak. Doğu yönünde ilerlerseniz kaybolabilirsiniz bu yüzden size önerim batıya yani denize doğru yönelmek ve Korniş’e inmek.

Beyrut’u görenlerde, şehri bildikleri bir yere benzetme merakı uyanıyor; İstanbul’a, Madrid’e, Paris’e, Bodrum’a, İzmir’e. Bazılarını anlamasam da Beyrut’u İzmir’e benzetenleri Korniş yani kordonboyu nedeniyle çok iyi anlıyorum. Üçgen şekilli bir yarımadaya kurulu şehrin güneydeki köşesinden, kuzeydeki limana kadar uzunca bir sahil şeridi boyunca uzanıyor Korniş; Arapçada ‘sahil’ demek, nam-ı diğer Corniche. Aslında caddenin adı Paris sanırım ama kimsenin bu adı kullanmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Sahil boyunca özellikle günbatımında güzel bir yürüyüş yapabilir, cafelerde soluklanabilir, yerel halka karışıp desenleri Gaudi’ninkileri andıran banklarda çekirdek çitleyerek ya da süt mısır yiyerek sohbete dalabilirsiniz.

Kornişin bir özelliği de her tür toplum katmanından insanı yan yana görebilecek olmanız. En lüks otomobillerle külüstüre dönmeye ramak kalmış Hacı Murat’ları, radikal İslam’a yakın duran bir aileyle mini etekli ve dövmeli yüksek topukluları, evden getirdiği teybiyle ‘İbo’ dinleyip nargile içerek keyif yapan hafif göbekli amcalarla formda kalmak için olasılıkla Lady Gaga dinleyerek kondisyon koşusunda olan atletik gençleri bir arada görmek mümkün. Zengin ailelerin çocuklarının peşinde koşturup duran ve Ece Temelkuran’ın Muz Sesleri olmasa nereden çıktıklarını anlamakta zorlanacağımız birbirine sadece tipleri değil kıyafetleriyle de çok benzeyen Filipino’lar da caba… Böyle bahsedince tam bir karmaşa ortamı canlanmasın gözünüzde sakın. Şehrin ritmine kapılacağınız ve bu ortamın bir parçası da siz olacağınızdan bunu garipsemek için uygun bir haleti ruhiye olmayacak; Akdeniz’in keyfini süren kalabalığa ait olacaksınız Korniş’te.

Korniş boyunca uzunca bir kampüste yerleşen Amerikan Üniversitesi ve özellikle müzesi görülmeye değer. Bir de küçük detay vermek isterim. Korniş boyunca sıralı yüksek katlı binalarda ortalama bir dairenin fiyatı birkaç milyon dolardan başlıyor, taksi şoförlerinin yalancısıyım. Bu fiyatlar, şehrin savaşın izlerini sildiği ve eski şaşalı günlerine geri dönmek üzere olduğu konusunda ikna edici olmalı. Yolun sonunda -tabii bakış açınıza göre başlangıcında da olabilir- Hard Rock Cafe Beirut’u ziyaret etmek isteyebilir meraklıları. Hard Rock’a yakın bir yerde tarihi öneme sahip St George Oteli’nin bulunduğu kavşakta ise Beyrut’un ikinci baharını yaşamasının ilk adımlarını atan belki de en önemli lideri Refik el-Hariri’nin 2005 yılında suikasta uğradığı yer var ve harabeye dönmüş bina o günün anısını yaşatmak üzere ilk günkü gibi korunuyor.

Korniş’in diğer ucunda ise Güvercin Kayalıkları denilen ama bulmak istiyorsanız Raouche diyerek sormanızı önereceğim yer var. Zira sanırım “Pigeon Rocks” yani güvercin kayalıkları daha çok ve hatta sadece turistlerin kullandığı bir tanımlama. Kayalıklar meşhur olmasına meşhur ama Kefken’deki Kerpe kayalıklarını görmüşseniz neden meşhur olduklarını anlamakta zorlanabilirsiniz. Yine de bu bölgede yer alan çok sayıdaki kafelerden birinde nargilenizi köpürdeterek günü Güvercin Kayalıkları manzarası ile batırmak fena fikir değil. Mevsimlerden yaz ise ve şehir merkezinden uzaklaşmadan Akdeniz’de yüzmek niyetiniz varsa, plajlar ve yeni moda beachclub’lar bu yönde Rouche bölgesini geçince başlıyor.

 

En başta söylediğim gibi Beyrut çelişkilerin şehri. Bunu size daha derin yaşatacak, yakın tarihte Ortadoğu’da neler olup bittiğini anlamak ve yerinde görmek isteyenler için gidilecek önemli bir yer var: Şatila Mülteci Kampı. İsmine aldanıp bir çadır kent sanmayın ama beklentinizi de yüksek tutmayın. Şatila, Beyrut’taki Filistinlilerin ağırlıklı yaşadığı bir getto bölgesi. İmarsız, varsa da yıllarca süren savaş hali ve İsrail saldırıları nedeniyle imar biçimi anlaşılamayan, ana sokaklar ve küçük meydanlar dışında elektrik kabloları ve su borularının insanlığın çoktan ölmüş cesedinden sarkan bağırsakları gibi açıkta olduğu, bir tür bilim kurgu filmi platosu hissini veren, labirent şeklini almış, dar sokaklardan ve bir iki odalı küçük evlerden oluşan, şehir demeye dilinizin varmayacağı bir yer.

Niyetiniz keyifli ve sakin bir tatil geçirmekse şehrin bu kısmını pas geçebilirsiniz elbette.  Görmeye niyetliyseniz sizi uyarmalıyım: Her ne kadar Müslüman ve Türk kimliği müthiş bir kalkan olsa da bölgeye giderken yerel bir kontakla yola çıkmakta fayda var. Türkiye’den geldiğiniz anlaşıldığında oluşan bayram havasının verdiği heyecanla çocukların ve çevrenin fotoğrafını çekerken yanlışlıkla objektifinizin stratejik bir noktaya yönelmesi can sıkıcı sonuçlara yol açabilir. Bu yüzden aradaki iletişimi sağlayacak, mümkünse ‘oralı’ birinin refakati önemli. Olası bir iletişim kazası ihtimali dışında çevrenizdekilerin size yaklaşımlarıyla da kendinizi güvende hissedeceğiniz bir yer Şatila. Duvarlarda İsrail ve ABD karşıtı yazılar, afişler, Filistin ve çeşitli Arap ülkelerinin örgüt bayrakları, Arap liderlerinin neredeyse her sokak başına sıralı posterleri, hepsinin elinde birer oyuncak silah olan çocuklar ve vızır vızır geçip giden motosikletlerle, gerçekliğinizi yitirip kendinizi bir belgesel filmin içinde zannedeceksiniz.

Olanların gerçekliğiyle ve koşulların zorluğuyla yüzleştikçe anavatanlardan kopartılıp burada yaşamak zorunda bırakılmış insanların trajedisi boğanızda düğüm olacak. Yardımınıza, siz Türk kardeşlerine kola ikram eden bakkal yetişecek. Parasını ödemeye kalktığınızda eli kalbinin üzerinde olacak. Minnetinizi birlikte çektireceğiniz hatıra fotoğrafında göreceksiniz sonra. Orada geçireceğiniz birkaç saat sadece Beyrut’u değil bütün Ortadoğu gerçeğini daha iyi görmenize, anlamanıza vesile olacak ve haber bültenlerinde bölgeyle ilgili bahsi geçenler artık sizin için daha farklı şeyler ifadecek eve döndüğünüzde. Eve dönünce bir de Mai Masri’nin 1999 Londra Arap Filmleri Festivali’nde En İyi Yönetmen Ödülü’nü kazandığı ‘Şatila’nın Çocukları’ filmini izler, onların enteresan gözlerine bir kez daha bakarsınız. Şatila ziyareti sonrası sizi Downtown paklar diyerek hemen adresi söyleyeyim. Ama önce otelinize dönüp üstünüze başınıza bir çeki düzen verseniz iyi olur. Hamra’dan kuzeye doğru yürüme mesafesindeki bölge, şehir merkezi yani Downtown sayılıyor.

Bölgenin bir diğer adı Solidere. Bir zamanlar çatışmaların da merkezi olan bu bölge Hariri zamanında -bir rivayete göre 30 milyar dolar harcanarak- baştan inşa edilmiş. Araç trafiğine kapalı bir alanı çevreleyen kafeler, restoranlar, lüks ile özdeşleşen her markayı mutlaka bulacağınız çarşılar, sergi salonları ve alışveriş merkezleri ile bambaşka bir dünyaya ışınlanmış gibi olacaksınız Solidere’de. Size Beyrut’ta olduğunuzu hatırlatan ve orada gerçek değilmiş gibi görünense yine köşelerdeki askerler olacak. Bu defa güvenlik görevlilerini biraz daha sempatik tavırlarda ve ziyaretçilerin fotoğraflarını çekerken görmeniz olası. Solidere bölgesi bu lüks ve şatafatın içinde yine çok kültürlülüğü harmanlamayı başarıyor. Aynı bölgede Mavi Kubbesiyle meşhur Osmanlı mimarisi örneği Muhamad al Amin nam-diğer Refik Hariri Camii, Katolik ve Ortodoks Kiliseleri yan yana arz-ı endam ediyor. Genel olarak Fransız mimarisinin hakim olduğu bölgenin ortasındaki meydanda ise restore edilmiş haliyle Sultan Abdulhamit’in saltanata çıkışının otuzuncu yılı şerefine Ortadoğu’da beş ayrı şehirde yaptırdığı saat kulelerinden biri bütün ihtişamıyla sizi karşılıyor. Solidere bölgesinin hemen dışında, Hariri Camii’nin arka cephesine komşu Özgürlük Meydanı ve Martys Heykeli var. Lübnan’ın bağımsızlığını simgeleyen bu heykel de kurşunlardan payını almış ve hafıza tazeleme oyununun önemli aktörlerinden biri olarak kalacak gibi.

Beyrut - Özgür Çakır

Gündüz alışverişe çok meraklı değilseniz Downtown yerine hemen arka taraftaki Ermeni Mahallesi Burj Hamud bölgesini gezmenizi öneririm. Şehrin bir diğer önemli etnik unsuru Ermenilerin çoğu, tehcir ile buralara kadar gelmiş olan Anadolulular. Kesin bir sayı vermek güç ama iddia edilen yüz bin kadar Ermeni’nin buraya göç etmiş olduğu. Ki zaten tuhaf bir şekilde dükkanlardaki Ermenice yazılar dışında basbayağı bir Anadolu kentine geldiğiniz hissine kapılıyorsunuz burada. Zaten çok geçmeden kulağınıza Türkçe diyaloglar kulağınıza, gözünüze de tabelalarda –yan eki almış tanıdık soyadları takılıyor. Sohbete giriştiğinizde onların da acılarının hala taze olduğunu hissetmemek mümkün değil. Yani Beyrut’un neresine dokunsanız bir ah sesi çıkıyor aslına bakarsanız…

Beyrut - Özgür Çakır

Gemmayzeh bölgesi ise yine Martys yani özgürlük meydanına yürüme mesafesinde bir durağımız. Beyrut’un telaffuz etmesi kadar vakit geçirmesi de güzel, belki de en hareketli ve canlı caddesine hoş geldiniz. Uzunca bir cadde boyunca sağlı sollu yerleşmiş, yüzlerce bar, gece kulübü ve restoranın sıralandığı, gece hareketlenen, ara sokaklarında çok güzel eski evlerin bulunduğu bir cadde burası. Gece hayatı deyince özellikle kadın okurlarımızı bir konuda uyarmam lazım. Sakın ola “tatildeyim, tişörtün altına kot çeker çıkarım” gibi bir hataya düşmeyin ki sonra kendinizi pespaye hissetmeyin. Değil gece dışarı çıkarken bakkala giderken bile son derece bakımlı çıkıyor sokağa Beyrutlu kadınlar. Bankaların kadın müşterilerine ‘güzellik kredisi’ verdiği bir yerden bahsediyoruz, aman dikkat!

Tabii gece hayatı sadece Gammayzeh’ten ibaret değil. Ünü dünyaya yayılmış, son derece şık ve modern dizayn edilmiş, özel rezervasyonsuz adımınızı atamayacağınız, birçoğu büyük otellerin ve rezidansların teras katlarını tutan gece kulüplerini de duymuş olmalısınız. Gecesi başka gündüzü başka büyüleyicilikteki Beyrut’a gidip görülmeden dönülmemesi gereken başka bir durak ise Jeita Grotto. Dünyanın en büyük ve derin mağaralarından biri olan Jeita iki galeriden oluşuyor. Yaklaşık 9 bin metre uzunluğunda. Büyük bir yer altı nehrinin oluşturduğu mağaranın paleolitik dönemden beri var olduğu tahmin ediliyor.

1836’da keşfedilen mağara 1950’li yıllarda ziyarete açılmış ve oldukça iyi organize edilmiş bir turistik tesise dönüşmüş. Yaptığım küçük araştırma öyle söylemiyor ama yine de mekanın inanılmaz güzelliğini vurgulamak için söyleyeyim; bir şehir efsanesine göre dünyanın yeni 7 harikası için aday gösterilmiş Jeita. Mağaralar bölgesine küçük bir raylı sistemle ya da teleferikle ulaşmak mümkün. Son derece başarılı bir ışıklandırma, sarkıtlar, dikitler, derin uçurumlar ve sudaki yansımalar ile müthiş bir görsellik sunan üst kattaki mağarada enteresan bir gezi parkuru var. Alt katta ise akülü küçük teknelerle suda kısa bir tur yapmanız mümkün. Her iki mağarada da fotoğraf çekmek yasak.

Yerin dibine girip mağaralarda vakit geçirdikten sonra ihtiyacınız olan ferahlığı ve oksijeni bulacağınız yer, Harissa Dağı. Yukarıda sizi Meryem Ana bekliyor. Fazla bekletmeden yollara düşseniz iyi olur. Şaka bir yana günbatımında tepeden nefis bir şehir panoraması sunan bir noktadan bahsediyorum. Yukarıya çıkmak için iki alternatifiniz var: karayolu ve teleferik. Pek tabii teleferiği tavsiye edeceğim çünkü bu gezimizin kendi çapında adrenalin sporu da bu. Yüksekliği nedeniyle korkutucu olmasının yanı sıra zaman zaman beş on dakikalık elektrik kesintileriyle meşhur bu teleferik. Bu yolculuğun bir diğer enteresan özelliği de dağın eteğindeki yüksek katlı binaların arasından, bazen çok yaklaşarak geçmesi ve sizi kısa bir anlığına da olsa insanların özel hayatlarına misafir etmesi. Elektrik kesintisine denk gelir de birinin balkonunda duraklama şansınız olursa yeni dostlar edinme ihtimali de caba. Yukarıya vardığınızda, bu adrenaline değecek güzellikte bir manzara sizi ağırlayacak. Kollarını iki yana açmış bir şekilde şehri tepeden kucaklayan Meryem Ana Heykeli, en üst katındaki küçük dua alanı dışında etrafını turladığınız spiral şeklindeki merdivenlerden manzarayı ve Meryem Ana’nın gözünden şehri izleyebileceğiniz bir seyir terası olarak dizayn edilmiş. Bulunduğu yerde ve teleferikle ilk ulaştığınız noktada turistik bir tesis, hemen yanında ise küçük bir kilise mevcut. Küçük bir ipucu da şarap meraklılarına… Kilisenin hediyelik eşya bölümünde satılan şaraplar hem çok uygun fiyatlı hem de oldukça kaliteli.

Beyrut - Özgür Çakır

Dönüş yolunda güneşi batırdıysanız eğer teleferikte bu defa sizi parlament mavisi bir gökyüzü altında körfezi çevreleyen şehir ışıkları ile muhteşem bir gece manzarası kuşatıyor. Harisa yolculuğu fazlasıyla iştah açıyor. Sakın ola teleferikten indiğiniz yerde gördüğünüz ilk falafelciye dalıp iştahınızı kapatmayın. “Falafel ne ola ki?” diyenlere hemen küçük bir açıklama: Nohut –bazı yerlerde bakla- ile yapılan ve birtakım sebzeler barındıran bir tür etsiz köfte bu Ortadoğu fastfood’u. Pita denilen (etimolojik olarak pidenin kardeşi bu kelime) bir tür lavaş içinde çoğunlukla biber turşusuyla ikram ediliyor ve her köşebaşında dönercilerin en büyük rakibi bu coğrafyada. Falafel deneyimini başka bir öğüne erteleyip meşhur Beyrut mutfağıyla tanışmanın zamanıdır. Özellikle Solidere ve Gammayzeh bölgesinde bu işin hakkını veren çok sayıda restoran bulmanız mümkün. Fiyatlar ise Bursa ayarında dersek yanıltıcı olmaz.

Çok sayıda değişik kebap ve ana yemek alternatifi bulunsa da eğer oturduğunuz sofra Akdeniz’e kıyısı olan bir Ortadoğu şehrinde ise en güzeli masayı mezelerle donatmak. Antakya ve Antep mutfağına aşina olanlara pek de yabancı gelmeyecek sayacağım isimler. En başta humus olmak üzere, semsek, tabuli, nar ekşili zahter salatası, patlıcan ezme, bu topraklarda adı kıbbe olan içli köfte, Babagannuş, Fattoush, kubideh, labneh ve daha onlarcası. Ne kadar anlatsam tarife yetmeyecek ama zahterden biraz bahsetmek lazım. Kekik ile aynı familyadan ancak daha yoğun aromalı ve daha lezzetli olan bu baharat neredeyse her öğünde karşınıza çıkacak Beyrut’ta. Tazesi salata malzemesi olarak, tozu susam ve zeytinyağı ile karıştırılmış haliyle kahvaltılık olarak, kurutulmuş olanı ise zahterli pide malzemesi olarak kullanılıyor. İçkili bir yemek niyetiniz varsa, masanın gözdesi ‘arak’. Bizim rakının ve komşunun uzosunun üçüncü kardeşi. Neredeyse aynı lezzette olsa da alkolü daha yüksek. Şekerli bir tadı var. Kolay içilip hızlı çarpmasın diye küçük kadehlerde servis ediliyor.

Beyrut - Özgür Çakır

Beyrut’a sadece bir hafta sonunu ayırmadığınızı umarak biraz daha şehir dışına, kuzeye doğru kısa bir yolculuk öneriyorum ertesi gün için. Bir büyük şehir sakini olarak bir başka büyük şehirde -hele ki çelişkileri, karmaşık yapısı, sürprizleri ve trafiği ile yorucu Beyrut gibi bir şehirde- biraz bunaldıysanız rotayı bir tatil yöresine kırmayı öneriyorum.

Beyrut - Özgür Çakır

Yaklaşık 1 saatlik mesafedeki Byblos, MÖ 7.000’de kurulmuş olduğu tahmin edilen eski bir Fenike liman kenti. Aynı zamanda dünyada kesintisiz iskan görmüş olan en eski yerleşim yeri. Bu özelliği ile UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde de yer alan Byblos’ta antik kentin kalıntılarının yanında 12. yüzyılda Haçlı Seferleri esnasında yapılmış bir kale de mevcut. İsmini, harflerin sembol yerine seslere tekabül ettiği, Latincenin de öncülü olan ilk alfabenin burada icat edilmiş olmasından alıyor. Byblos (bir başka deyişle ‘Bible’) ‘yazı’ ve ‘kitap’ demek. Byblos’u ziyaret etmek, bu sebeple edebiyat tutkunları için bir tür kutsal ziyaret sayılabilir.

Turistleri hedef alan küçük çarşısı ile bizim Ege ve Akdeniz kıyısındaki sayfiye yerlerini aratmayan Byblos’ta yapılacak en güzel şey bana sorarsanız deniz sefasını müteakiben antik şehir ziyareti ve günün demini limandaki balık restoranlarından birinde günbatımı eşliğinde almak. Özel bir mekan önerisinden şu ana kadar kaçınmış olsam da burada ünü dünyaya yayılmış olan ve bu nedenle ismini zikretmenin haksız rekabete de reklama da girmeyeceği bir mekanın adını söyleyeceğim: Pepe’nin Balık Restoranı. 60’lı yılların ünlü kazanovası olduğunu öğrendiğimiz, şimdilerde 100 yaşına merdiven dayamış olan Pepe’nin, Brigitte Bardot, Catherine Denevue ve Adriano Celantano gibi birçok ünlüyle çekilmiş fotoğraflarının duvarları süslediği mekan, size kendinizi gerçekten Akdeniz’de hissettirecek türden bir manzara ve dekorasyona sahip.

Balıklar ve mezeler o atmosferde daha da bir lezzetli gelecek inanın. Bu salaş balık lokantasının sloganı ise hayli ilginç; “Lübnan’a gelip de Pepe’yle tanışmamak, balayını bir harem ağasıyla geçirmek gibidir.” Fazla söze gerek var mı bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var tıpkı beni tekrar çağırdığı gibi bu ziyaretiniz sonrası sizi de çağıracak bu şehir ve kesin ilk ziyaretiniz son ziyaretiniz olmayacak.

Selam sana Beyrut!
Başa dön tuşu