Ateşe duman attıranlar

 

Circir Tulumbacilar, Abdullah Freres
Tulumbacılar, Abdullah Freres

İnsanın ateşe karşı verdiği savaşta en büyük rolü üstlenen dev bir teşkilatın temelini oluşturdular. Geçmişte sokaklarda yankılanan naraları, günümüzde yerini itfaiye araçlarının siren seslerine bıraktı. Tulumbacıların adı, şekli, imkanları zaman içinde değişse de “ruhları” hep aynı kaldı.  

Kendi imkanlarıyla yangına müdahale eden halkın içinden çıkan, özenle seçilmiş yiğitlerden oluşan ve dev alevlere karşı tek silahları su olan tulumbacılar; yangınları en kısa sürede söndürmek için zamanla yarışırlardı. Halka güven veren naralar atarak yangın yerine varır; işleri bittiğinde arkalarında minnet dolu insanlar bırakırlardı. Tulumbacılardan miras kalan kahramanlık ruhu, günümüzde canımızı emanet ettiğimiz itfaiye erlerinin de cesaretinin temelini oluşturuyordu.

Bugün, aldıkları bir telefon ihbarıyla olabildikleri en hızlı şekilde yangın yerine müdahale eden itfaiyeciler yerine, yıllar önce şehrin yüksek bölgelerinde inşa edilmiş olan yangın kulelerindeki gözcülerin yardıma çağırdığı tulumbacılar vardı. Gözcülerin “Yangın var!” diye haykırışını duyar duymaz başta reisleri, sırtında tulumbalarıyla yangına koşar; zamanın imkanlarını zorlayarak yangını söndürürlerdi. Alevlerle kaplı binanın içine, yüreklerindeki cesaret ve üstlerine döktükleri bir kova su dışında bir önlem almadan giriverirlerdi. Amaçları önce içerideki herkesi dışarıya sağ salim çıkarmak daha sonra ise içerden mülk sahibinin kurtarabildikleri kadar değerli eşyasını kurtarmaktı. Kendi aralarında yaptıkları hizmete göre farklı görevleri olurdu ve her bir görevin sahibine başka isimler verilirdi.

Tulumbayı sırtlanan “uşaklar” arasında bir sorun çıkarsa bunu çözmek, takımın yol göstericisi olan “fenerci”lerin göreviydi. Su sıkılan boruyu taşıyan ve kullanan kişiye “borucu”, kullanılan borunun düşmemesi için onu tutana “kökenci” denirdi. “Hortumcu”nun görevi ise hortumu kullanmaktı. Kurtardıkları binanın sahibi onları ödüllendirirdi ve bu ödül ekip arasında eşit olarak paylaşılırdı. Hangi mahalleye ait tulumbacı ocağından olduklarını belli etmek için, yangından dönerken sokaklarda etraflarındaki kalabalığa “hangi semtin yiğitleri” olduğunu ifade eden maniler okuyarak yürürlerdi. Kitaplara, filmlere, birçok tiyatro eserine ilham olan kabadayılığın da tulumbacılar arasından çıktığı bilinir. Bugün detaylı bir eğitim sürecinden geçmeden görevine başlamayan itfaiye erlerinin temelini oluşturan tulumbacılar, dönemlerinde “ayak takımı” adı verilen bir ekipten oluşurdu. Her biri başka iş yapan tulumbacılar, bir yangın anında hemen üzerlerindekileri çıkarıp malzemelerini alarak yangın yerine koşardı. Sırtlarında bir “mintan” altlarında yarım pantolonlar ve ayaklarında “kamerçin” adındaki kunduralar olurdu. Mintanların ağzı düz yapılır, üzerlerine hangi semtin tulumbası olduğunun anlaşılacağı işaretler konurdu.

Maddi ve manevi değerleri bir anda kül eden nice yangınlar, 1720 yılında görülen ilk tulumbaya kadar yeniçeriler tarafından söndürülürdü. Acemi ocağının ve halkın da desteğiyle müdahale edilen yangınlarda, gayretler karşılığı ikramiyeler verilirdi. Müdahalenin herhangi bir düzeni, usulü yoktu. Bu düzensizlik karmaşalara yol açar, kavgalara hatta yağmalara neden olurdu. 18. yüzyılın başlarında din değiştirip “Davud” adını alan Fransız bir teknisyen tarafından yapılan ilk tulumbadan sonra, 1714 yılından itibaren bu icadın en kullanışlı hale getirilmesi için çalışmalar başladı. 1720 yılında bir kethuda, bir katip, bir çavuş yamağı, bir odabaşı, saka ve 50’den fazla tulumbacıdan oluşan ilk tulumbacı teşkilatı, aynı zamanda ilk “tulumbacı başı” olan Davud Ağa’nın önderliğinde kurulmuş oldu. Ancak 1826 yılında yeniçerilikle birlikte bu teşkilatta kaldırılınca, halk kendini yangınlardan korumak için semt tulumbacıları kurmaya başladı.

Bu iyi niyetli ama düzensiz oluşum bir süre devam etse de, gerçekleşen büyük Hocapaşa yangınından sonra, düzenli ve ciddi bir teşkilatın gerekliliği ortaya çıktı. Böylece Asakir-i Mansure-i Muhammediye’ye bağlı olan yarı askeri bir tulumba teşkilatı kuruldu. Çıkan her yangın sebep olduğu felaketlerle, kurulan teşkilatlarda ve alınan önlemlerdeki başka bir eksikliğin fark edilmesine de neden oluyordu. Tanzimat dönemiyle birlikte 1869 yılında, belediyelerin de dahil olduğu müdahaleler başladı. Mahallelere tulumbalar dağıtılarak, semt tulumbacı ocakları tesis edildi. 1874 yılında kurulan, Cumhuriyet dönemine dek hizmet veren Askeri İtfaiye Teşkilatı, 4 nizamiye ve 1 bahriye taburundan oluşuyordu. Cumhuriyet ile birlikte, günümüzde “İtfaiyeciler Haftası” adıyla yapılan kutlamaların başladığı 25 Eylül tarihinden itibaren yeniden yapılanma dönemi de başladı.

Tulumbacı ocakları yaptıkları işe gönül vermiş insanların bir araya geldiği, sınırsız bir tutkuyla bağlandıkları görevlerini canları pahasına yerine getirdikleri bir oluşumdu. Hem maddi hem de manevi bir güven sağlar; yaşadıkları mahallelere, içlerindeki insanlarla birlikte sahip çıkarlardı. Duruşları, tavırları, naraları ile akıllarda kalan halleri hayranlık uyandırır; tıpkı bugünün itfaiye erleri gibi cesaret ve güvenin simgesi olarak anılırlardı. Ağaçta mahsur kalmış bir kediden, en büyük can ve mal kayıplarına kadar her durumda imdadımıza koşan; belki de geçmişte bir avuç gönüllü tarafından başlatılan bir oluşuma borçlu olduğumuz itfaiye teşkilatı, insanın ateşe karşı verdiği savaştaki gücünün kanıtıdır. Ateşe “duman attıran” kahramanlar hakkında anlatılan hikayeleri dinleyip keyif alıyor olmamız ise tarihte bıraktıkları izlerin asla unutulmayacağının ispatı.

Yazı: Ferhan Petek

Bu da ilginizi çekebilir
Kapalı
Başa dön tuşu