Akdeniz’e kıyısı olmayan Akdenizli: Lizbon.

Lizbon - Özgür ÇakırRotamızı kıta Avrupa’sının en batısına; Keşifler Çağı’nda altın zamanını yaşamış olan Portekiz’in başkentine; eski zaman efendilerinin,  Fado’nun, acıya ve hüzne bulanmış ağıtların kraliçesi Amelia Rodriguez’in, Vasco Da Gama’nın, şair Fernando Pessoa’nın, 25 Nisan Devrimi’nin, tramvayların ve hatta Quaresma’nın şehri Lizbon’a çeviriyoruz.

Lizbon - Özgür Çakır
Lizbon – Özgür Çakır

Baskın Batı Avrupa kültürünün tam anlamıyla ağırlığını koyamadığı, Avrupa’nın dip köşesinde yer alan Portekiz’in başkenti Lizbon, tıpkı İstanbul gibi karışık bir yapıya sahip. Eski ile yeninin, planlı kentleşme ile düzensiz yapılaşmanın, fakirlik ile zenginliğin iç içe olduğu ve insanın kendisini bir zaman zaman Avrupa kentinden çok İstanbul’un bir semtinde gibi hissettiği bir yer. Avrupa değil, Asya değil, Afrika değil ama hepsinden biraz var sanki.

Lizbon - Özgür Çakır

Eski şehirdeki daracık Arnavut kaldırımı sokaklar, çinilerle bezeli bitişik nizam eski yapılar, sokakların iki yanındaki balkonlara karşılıklı gerilmiş iplerde sallanan çamaşırlar, camdan cama dedikodu yapan yaşlı kadınlar, çanlarını çınlata çınlata o daracık sokakları arşınlayan ama aslında çoktan müzelik olmuş tramvaylar, yürümekten yorulunca bir kahve molası ve sohbet için davetkar iskemlelerini sokağa çıkarmış Barok dekorlu kafeler, kaldırımlarda kurulan yemek masaları, köşe başlarındaki çalgıcıların melodileri, deniz ürünleri ağırlıklı sofraları ve enfes Portekiz şaraplarıyla Lizbon, yorulmuş ruhunuzu sakinleştirebilmek, iyileştirebilmek ve kendine getirebilmek için en doğru adres. İber Yarımadası’nın Atlas Okyanusu’na bakan yüzünde, Tagus Nehri’nin okyanusla buluştuğu kıyıda, 1255’ten bu yana başkent olan bu yedi tepeli şehrin adı Portekizce “Lisboa” yazılıyor, “Lişbuua” olarak okunuyor. Portekizce İspanyolcaya benzeyen bir dil olarak bilinse de İspanyolcadaki ‘yazıldığı gibi okunma’ hali Portekizce için pek geçerli değil. İnsanlar konuşurken ş’ler, ç’ler, j’ler, g’ler havalarda uçuşuyor. Yani İspanyolca da biliyor olsanız, yazılı metinler dışında tahmin ya da akıl yürütme ihtimaliniz pek yok. Yine de özellikle yarımadanın diğer sakinleri olan İspanyollara kıyasla burada insanların çok arkadaş canlısı ve yardımsever olmaları sayesinde, dil bilmemek çok da önemli bir soruna dönüşmüyor.

Lizbon - Özgür Çakır

Türk Hava Yolları’nın haftanın birkaç günü gerçekleştirdiği karşılıklı tarifeli uçuşları ile İstanbul’dan Lizbon’a uçuş yaklaşık 4 buçuk saat sürüyor. Lufthansa’nın aktarmalı uçuşları dışında alternatif arayışına girmeye ve Portekiz Hava Yolları’nı araştırmaya gerek yok çünkü Star Alliance üyesi olan THY ile TAP Portugal Hava Yolları’nın uçuşları ortak. Tabi belirtmeye gerek var mı bilmiyorum ama Avrupa Birliği üye ülkesi olan Portekiz için Schengen vizenizin de olması gerekiyor. Konaklama için her bütçeye uygun alternatifler mevcut. Tercih sizin ancak benim önerim şehrin yenilenmiş modern bölgesi olan Tagus Nehri kıyısındaki Expo bölgesi yerine Bairro Alto, Chiado ya da Alfama gibi tarihi dokunun korunduğu eski şehirdeki hostel ya da küçük otellerden biri olacaktır. Bu sayede hem daha ekonomik bir seçim yapmış olacaksınız hem de nostaljik tramvay hattının uzağına düşmeyeceksiniz. Lizbon’u Lizbon yapan ve yazının devamında ballandıra ballandıra anlatacağım şeyler de yürüme mesafenizde bulunuyor olacak böylece.

 

Yazının başında yedi tepeli olduğundan bahsetmiştim ve bunun sizde kuvvetli bir İstanbul çağrışımı yaptığının da farkındayım. Sadece yedi tepe üzerinde kurulmuş olması değil, Boğaziçi’ni andıran Tagus Nehri ve üzerindeki köprüler, dar sokaklarını kat eden tramvaylar, sokak aralarında aniden beliren deniz ve ‘boğaz’ manzarası, bizdekini andıran araç plakaları, eski şehrin karmaşası, kırmızı ışıklara aldırmayan sürücüleri, kestane kebap satan seyyar satıcıları ve çatılarda üst üste yığılmış antenleri ile Lizbon gerçekten de İstanbul’un küçük kardeşi gibi. Kendinizi zaman zaman ufukta Süleymaniye silueti ararken bulursanız şaşırmayın.

Lizbon, tarihi binlerce yıl öncesine dayanan; Finikeliler, Romalılar, Endülüs Emevileri ve daha pek çok medeniyetin izini taşıyan, tarihteki ilk küresel imparatorluğa 13. yüzyıldan beri başkentlik yapan bir şehir. Şehrin hafızasındaki en korkunç doğa olayı, 1755 yılında Lizbon’u yıkan ve imparatorluğun çöküş dönemini başlatan büyük deprem. Tarihi kayıtlara geçen ilk büyük tsunami de aynı zamanda; yıkılan binalardan kaçıp sahile toplanan on binlerce kişiyi yutan tsunami. Şehrin hafızasına kazınan bu hüzünlü olaydan mı, şehrin sokaklarına yayılan Fado ezgilerinden mi ya da geleneksel siyah kıyafetler içindeki kadınlardan mı bilinmez ama Lizbon’u tanımlayan duygulardan biri de romantizmin yanında ağır bir hüzün. Uçak yolculuğu, pasaport kontrolü, havaalanından otele varış, yerleşme, hazırlanıp yollara düşme derken tatilin ilk gününün iyi ihtimalle öğleden sonra ya da akşamüstünü etmiş olduğumuzu hesaba katarsak, şehirle tanışmanın en güzel ve romantik yolu 360 derece şehir manzarası sunan kaleye çıkmak olmalı. Castilo Sào Jorge’ye tabanvayla varabileceğiniz gibi yakınsanız Praça Figuera’dan yani Figuera Meydanı’ndan 37 numaralı otobüsle de ulaşabilirsiniz. Maalesef tarihi tramvay hattı kaleye dek uzanmıyor. Ancak nostalji yapmak isteyenler, kalenin yakınlarında Alfama bölgesindeki bir durakta inerek yolun kalan kısmı yürüyerek de kaleye ulaşabilirler. Giriş ücreti 5 Avro olan kalenin manzarası, ücretin karşılığını fazlasıyla veriyor doğrusu. Kaleye çıkmadan önce turizm ofislerinden ya da otelinizden bir harita edinmenizi öneririm. Bu sayede şehrin genel yerleşim planı hakkında fikir sahibi olabilir ve gezi rotanızı belirleyebilirsiniz. Kale içinde MÖ 6. yüzyıla dek dayanan ve çok sayıda medeniyete ait kalıntılar mevcut. Şehrin eski yerleşim bölgesi parklar, kırmızı çatılar, büyük meydanlar ve dar sokakları kat eden tramvaylarla; Boğaz’ı andıran Taglus Nehri ise üzerindeki iki büyük köprü, hareket halindeki büyük gemiler ve karşı yakadaki devasa İsa heykeli ile harika bir manzara vaat ediyor.

Kalenin tam arkasında bulunan Alfama semti ise Fado müziğinin yaşadığı mahalle. Daracık sokaklar, bakımsız ama azulejo’larla yani çinilerle bezeli duvarları sayesinde estetiğini koruyan evler, binadan binaya uzatılmış çamaşır iplerine dizili çamaşırlar, futbol oynayan çocuklarla dolu minik meydanlar, dar merdivenler, duvarları süsleyen grafitiler, marketlerin önünde bulunan pirinç, fasulye çuvalları ile bakkallar… 1755’teki büyük depremden etkilenmeyen Alfama semti, iki masalı, dört sandalyeli küçük bar ve restoranları, dört bir yandan yükselen Fado ezgileri ve ansızın beliren tramvayların çan sesleriyle, uzun saatler hatta bıraksalar günler geçirebileceğiniz samimiyet ve sıcaklıkta bir yer. Seyahatiniz salı ya da cumartesi günlerinden birine denk gelmiş ise Alfama bölgesine kurulan meşhur ‘Fiera Da Ladra’ yani Hırsızlar Pazarı’nı kaçırmayın. Vaktiniz ve enerjiniz varsa bu pazara dalmak ve nostaljinin dibini bulmak mümkün. Turist olduğunuz aşikâr olacağına göre pasaport ve cüzdanınızı sağlam yerde tutmanız ve yankesicilere karşı tedbiri elden bırakmamanız gerektiğinin altını da çizelim.

Lizbon - Özgür Çakır

Bu eski ve gizemli semtin eğri büğrü kıvrıntılı dar yokuşlarından kendinizi aşağı bırakınca Casa De Fado isimli müzeyle karşılaşacaksınız. Bu müzeyi gezmenizi öğütlemek için değil, Fado restoranlarının konumlandığı bölgeyi bulduğunuzun altını çizmek için söyledim. Yaşayan bir kültür ve insanlık mirası olan Fado müzelerde değil tam da yeri ve zamanı gelmişken Fado restoranlarından birinde keşfedilmeli. Hazır Fado müziğinin anavatanı olan şehirde iken doğal ortamında dinleme fırsatını kaçırmamalısınız. Portekizlilerin geleneksel akşam etkinliği Fado. Kelimenin kökü Latincedeki ‘fate’ den geliyor ve kader, alınyazısı ya da akıbet anlamına geliyor. Okyanus kıyısındaki Lizbon’da denize gönderdikleri kocalarının geri dönmemesi üzerine Portekizli kadınların yaktığı ağıtlar Fado’nun başlangıç hikâyesi. Sözler, denize açılıp uzaklara giden ve hatta geri dönmeyen kocaları, sevgilileri anlatıyor; kavuşamayanların acısını ve biraz da özlemin buruk tadını… Evet Fado ağlamaklıdır fakat dik başlıdır. Bu yüzden Fadistalar yani Fado sanatçıları da coşkulu ve gururlu bir duruşla, dinleyicilerinden derin bir saygı bekleyerek söylerler şarkılarını. Sadece bir müzik türü değil, belli bir kültürü, ritüelleri, terbiyesi ve kuralları olan bir sosyalleşme ve vakit geçirme biçimi aslında. Fado restoran ve barlarında sanatçılar yemekten sonra gece 11’e doğru sahne aldığında çoğunluğu küçücük olan bu mekanların tıka basa olduğunu görünce şaşırmayın. Müzisyenler sahne olarak kapı girişini kullanacaklar. Kapılar kapanacak, yabancılar girmeyecek ve belli yıkılmış bir kadın, hayli çirkin, hayli geçkin, ağlamaklı, çığlık çığlığa şarkı söyleyecek. Belki zayıf incecik elli, incecik belli, kalın dudaklı olmayacak ama sesi bir tokat gibi patlayacak kulaklarınızda. Yüzünüz al al olacak, içiniz hüzün dolu, kahır dolu, gözleriniz kanlı. Sakın kendinizi şaraba verip hesabı istemeye kalkmayın. Fado’nun çok sıkı kuralları var ve içerideki herkes bu kurallara uymak zorunda. Muteber bir Fado kulübünde yemeğe zamanında gelmek, sanatçı şarkısını söylerken kesinlikle konuşmamak, yemeğe dokunmamak, çatal-bıçak sesi –zinhar- çıkarmamak, garsona el kol hareketi yapmamak, şarkıcı ve gitaristlerin olduğu tarafa dikkatinizi yöneltmek bu kuralların bazıları. Aksi şekilde davranırsanız uyarılırsınız, benden söylemesi. Fadistalar şarkı söylerken, yemek servisi yapılmıyor ve kimse de yerinden kalkmıyor. Aslında bunun sebebi sadece saygı ve kurallar değil, dinlediğiniz şarkılar da yerinize mıhlayacak ve içinize işleyecek türden. Dinlerken sözleri anlamayacaksınız ama sanatçının gözlerinden yaşlar süzülürken anlamını bilmeseniz de etkileneceksiniz. Tabii iyi bir Fado kulübünden beklentiniz kesinlikle iyi bir yemek olmamalı. Yemek işin bahanesi, asıl amaç seçkin bir Fado sanatçısı dinlemek olmalı. Ödeyeceğiniz hesap daha çok bunun için, unutmayın.Lizbon - Özgür Çakır

“Peki ne yiyeceğiz?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Tabii ki başta balık olmak üzere her şey… Etin de en lezzetlisi Lizbon’da ama deniz ürünlerinin çeşitliliği ve ucuzluğu cezbediyor. Denizci ve haliyle balıkçı bir millet olan Portekizliler balık yemeklerini “bol kepçe” usulü servis ediyorlar. Diyelim midye sipariş ettiniz, midyeleriniz 15 dakikada hazırlanıp 30 cm yüksekliğinde bir kova ile önünüze konuyor. Meyve istediğinizde koca bir ananas ve iki adet mango bir porsiyon olarak önünüze geliyor. Kaşif ruhlu olan Portekizlilerin tarih boyunca sömürgelerinden getirdikleri her şey; baharatlar, domates, sarımsak, patates ve zeytin her yemeğe girmiş neredeyse. Bir de Mağriplilerden ve Araplardan öğrendikleri pişirme teknikleri var. Meyvelerle balıkları birlikte pişirmek gibi. Çok değişik tatlar sunuluyor, ama favoriler Morina ve Bacalhau denilen küçük bir balık. Yemeğin yanında elbette ki Porto şarabı. Restoranlarda şarap listesi ansiklopedi fasiküllerini çağrıştırabilir, hazırlıklı olun. Beyaz ve kırmızı şarabın dışında yeşil şarap ‘vinho verde’ denenebilir. Ayrıca yine Lizbon’un özel tatlarından olan bir tür vişne likörü ‘ginja’ da tadılmadan dönülmemeli. İspanyol mutfağı gibi ağır, Fransız mutfağı kadar sofistike değil Portekiz mutfağı. Herkesin bildiği basit malzemelerle yaratıcı ve hafif kombinasyonlar oluşturmuşlar. Bu yüzden çok yeseniz de yemekten sonra tatlıya yer bırakmanız mümkün. Bademden maracujaya kadar her meyvenin mousse şeklinde tatlısı mevcut. Ayrıca ‘pudin’ adı verilen krem karamel tarzında hazırlanmış tatlı balıkçıların demirbaşı.

Lizbon - Özgür Çakır

Kaleyi ve Alfama bölgesini keşfetmiş olduğunuza göre ertesi günü efsanevi 28 numaralı tramvay hattı eşliğinde eski şehrin diğer bölgelerini keşfetmeye ayırabiliriz. Lizbon’da birkaç adet nostaljik tramvay hattı mevcut. Ancak bunların en meşhurları ve şehrin neredeyse bütün turistik noktalarını ziyaret edeni 28 numaralı olan. Kalenin de üstünde yer alan ve harika manzaralı bir başka ‘miradouro’ yani seyir terası barındıran Graça bölgesinden eski şehrin diğer ucundaki Basilica Da Estrela’ya uzanan bu hat Graça, Alfama, Baixa, Chiado ve Bairro Alto semtlerini geçerek Jardin Da Estrela yani Estrela Bahçeleri’ne dek uzanıyor. Tramvay hattı boyunca indi bindiler yaparak şehrin önemli turistik noktalarını görebilirsiniz. Bunlardan ilki meşhur Sè Katedrali. Arap hâkimiyetinin olduğu dönemde yapılmış olan caminin yerine inşa edilmiş olan katedralin yanında 13. yüzyıldan kalma bir manastır kalıntısı da mevcut. Bugün restorasyonu devam eden bu kalıntının temellerinde Arap sanatının izlerini görmek mümkün. Zaten katedralin bulunduğu Alfama bölgesinin ismi de bu bölgede sıcak su kaynağı olduğu için Arapçadaki Al-hama, yani sıcak sudan gelmekte.Lizbon - Özgür ÇakırSè Katedralinin biraz ilerisinde Baixa bölgesi mevcut. Şehrin tek düzayak yeri olan Baixa’nın kelime anlamı da ‘alçak yer’. Depremden sonra kurulmuş olan ve şehrin diğer yerlerine göre daha iyi planlanmış mimari yapısı ile dikkati çeken bu bölge sahil kenarındaki meşhur Praça Da Comèrcio’dan tren istasyonunun bulunduğu Rossio Meydanı’na dek uzanıyor. Hareketli fakat düzenli meydanları var: Praça Dos Resturadores ve Praça Da Figueria. Şehrin ticari caddesi Avenida Da Liberdade ile alışverişin merkezi de burası. Turist olmanın tadını çıkarmak isteyenler için şehrin en ‘turistik’ restoranlarının da kalın menüleri ile müşterilerini burada beklediğini belirtmeli. Baixa bölgesi şehrin yüksek muhitlerine asansörlerle bağlanmış. Aslında sadece bu bölge değil tepelerin üzerine kurulu Lizbon’un genelinde de hayatı kolaylaştırmak için yüzyılı aşkın süredir asansörler kullanıyor. Bunlardan bir kısmı gerçek asansör görüntüsünde, bazıları da funiküler sistemi andıran mini tramvaylar şeklinde. Bu asansörlerden en meşhuru Elavador Da Santa Justa, yani Santa Justa Asansörü. Şehrin önemli sembollerinden biri olan bu asansör aşağıdaki sırayı beklemeyi göze alanlara tepedeki kafe kısmında muhteşem bir şehir manzarası vaat ediyor. Üstteki çıkışta sağda Lizbon’un Asmalı Mescit’ini ve beyaz şarapla yapılmış sangriayı deneme şansını, solda ise Arkeoloji Müzesi’ni bulmanız mümkün. Biraz ilerlerseniz Chiado isimli alışveriş merkezleri ve mağazaların ağırlıklı olduğu bölgede 28 numaralı sarışın güzel tekrar karşınızda.Lizbon - Özgür Çakır Chiado metro istasyonunun yakınında Rua Garret yani Garret Caddesi üzerinde  Fernando Pessoa’nın sağlığında sıkça takıldığı kafe A. Brasiliera’da bir kahve molası verip şairin heykeli ile hatıra fotoğrafı çektirdikten sonra tramvay hattındaki yolculuğumuza devam edebiliriz. Biraz ileride solda görebileceğiniz dar yokuştan ‘Boğaziçi’ manzarasına doğru inen küçük funiküler hattı şehrin bir diğer meşhuru Elevador Da Bica. Nasılsa turist olduğunuza göre denemekte fayda var. Bu funikülerle aşağı inip sonra sağdaki merdivenlerden çıkarsanız ulaşacağınız meydanda bir başka panoramik Lizbon manzarası vadeden Miradouro De Santa Catarina bulunuyor. İsmini aldığı Santa Caterina Katedrali’nin sağ tarafında ise meşhur Bairro Alto bölgesi.Lizbon - Özgür Çakır

Portekizce yüksek bölge anlamına gelen Bairro Alto Lizbon’un gece hayatının merkezi. Gündüz ‘yukarki mahalle’ tadındaki bölge güneş batınca bilhassa gece yarısından sonra Lizbon gençlerinin, Erasmus öğrencilerinin ve turistlerin karnaval alanına çevirdikleri; her çeşit bar, kalburüstü restoranlar ve Fado kulüplerinin de bulunduğu Lizbon’un Beyoğlu’su. Barların çok küçük olması ve oturacak yerin de olmaması nedeniyle gençler içkilerini alarak sokaklarda dolaşıyor, barlar sadece alkol temini için. Gece gönüllü amatörlerin türlü animasyonları ise sabaha kadar. Özellikle hafta sonları beş metre ilerleyebilmek için kırk dakika uğraşmanızı gerektirecek kadar da kalabalık olabilir ve bütün ara sokakları birbirine benzediğinden promiliniz de yüksekse kaybolmanız kaçınılmazdır. Adım başı yaklaşarak “haşhiş?” diye ısrarla soran zenci sokak satıcılarını fazla ciddiye almayın. Polisler de ciddiye almayınca tuhaf karşılamayın, çünkü sattıkları şey haşhaş ya da kokain değil, en fazla nane. Şaşırmayın, benden söylemesi.

Lizbon - Özgür Çakır

Bairro Alto ziyaretini geceye bırakarak Belèm (Beleyng şeklinde okunuyor) bölgesine doğru yola çıkmanın ve gün batımında Portekiz’in kaşif ruhlu denizcilerine selam durmanın vaktidir. 15 numaralı tramvay hattı ile ulaşabileceğiniz bu anıtlar bölgesinin öne çıkanı Torre De Belèm, yani Belèm Kulesi. UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan 1515 tarihli bu anıt kule büyük depremde ayakta kalabilmiş nadir yapılardan biri. Portekizlilerin altın çağının ve dünya denizlerine hükmettikleri zamanların yadigârı… Eskiden denizin ortasında olan yapı bugün sanki “keşifler tam burada başlar” der gibi Tagus nehrinin kıyısını bekliyor. Gün batımına çok yakışan Belèm kulesinin yanı başındaki marinayı geçtikten sonra şehir yönünde birkaç yüz metre ileride dev bir yelken üzerine işlenmiş insan figürlerinin olduğu devasa heykel ise Padrào Dos Descobrimentos, yani Kâşifler Anıtı. 1960 yılında yapılan 52 metre yüksekliğinde, yelkenleri açık bir karavele benzeyen beton blok şeklindeki bu devasa yapı önde coğrafi keşiflerin destekçisi Prens Henry ve başta Vasco Da Gama olmak üzere dönemin tarihe geçmiş kâşifleri, sanatçıları ve bilim adamlarının rölyeflerini barındırıyor. Önündeki büyük meydanda zemine işlenmiş devasa dünya haritasında ise tarihleri ile Portekizli denizcilerin ulaştıkları kıyılar ve rotaları yer alıyor ve insan ister istemez bu kadar güçlü ve büyük bir imparatorluğun nasıl olup da İber Yarımadasının köşesine sıkışıp kaldığını sorgulayıveriyor zihninde.Lizbon - Özgür Çakır

Bölgenin bir diğer büyük ve önemli anıtı ise Jerònimos Katedrali. Hindistan yolculuğuna çıkmadan önce burada dua ettiği iddia edilen Vasco Da Gama ve üç önemli Portekiz edebiyatçısının (Luïs Van De Camòes, Alexander Herculano ve Fernando Pessoa) mezarları beyaz taşlardan yapılmış olan bu devasa manastırda yer alıyor. Buraya kadar gelip uğramadan dönülmemesi gereken duraklardan biri de yine tarihi bir mekân, ancak bir pastane: Pasteis De Belèm. 1837’de açılmış olan bu mekân dışarıdan görünenin aksine iç içe geçmiş odalarıyla oldukça büyük bir pastane. Kapıdaki kuyruğa aldanıp vakit kaybetmeyin. O kuyruk paket yaptırıp çıkmak isteyenler için. Mekânın en meşhur tatlısı da ismini pastaneden alan, dışı milföy hamuru, içi yumurtalı muhallebi tadında bir krema olan fırınlanmış bir tür tart. Tarçın ya da pudra şekeri ile servis edilen Pasteis De Belèm mutlaka tadılmalı. Bir tane ile de yetinmeyin derim ki zaten benim dememe gerek yok. Efsaneye göre bu tatlı ilk olarak Jerònimos Manastırının rahipleri tarafından yapılmaya başlamış. Bu ünlü tartın tarifini sadece üç kişi biliyormuş ve bu üç kişi sabahın yedisinde hamuru ve kremayı hazırlayıp diğer çalışanlara pişirmeleri için veriyormuş. Tarifin öğrenilmemesi için de bu pastanenin başka bir şubesi yokmuş. Tabi yerseniz…Lizbon - Özgür Çakır

Turumuzun son gününde rotamızı şehir dışına doğru çeviriyoruz. Lizbon bir kadayıfsa bu kadayıfın kaymağı da daha batıda yer alan Sintra-Cascais bölgesi ve özellikle Unesco tarafından dünya mirası listesinde yer alan Sintra kenti. Bairro Alto’da fener söndürme saatinizin çok geç vakte kalmadığını umarak sabah erken bir saatte yola çıkmanızı öneririm. Baixa bölgesinin sonunda yer alan Rossi tren istasyonundan 12 Avro karşılığında alacağınız günlük limitsiz tren+otobüs bileti ile Lizbon-Sintra-Cabo Da Roca-Cascais-Lizbon turu yapacağız. 45 dakika süren bir tren yolculuğu ile Sintra’ya ulaşmak mümkün. Asıl hedefimiz Pena Sarayı. Bu yüzden siz en iyisi 434 nolu otobüsü bulun ve turunuza Palacio Pena yani Pena Sarayı’ndan başlayın. Tepede kurulu olan Pena Sarayı’na doğru kıvrıla kıvrıla çıkan dar orman yolu üzerinde önce, turistik tarihi bir belde olan Sintra kasabasını ve sonra bölgedeki diğer tarihi yapıları göreceksiniz. Yol boyunca yer yer yüz metreyi bulan Kuzey Amerika kökenli devasa ağaçlar, ilginç heykeller ve bahsettiğim tarihi binalarla boyut değiştirmeye ramak kalmışken Pena Sarayı’nın alt kapısına varacaksınız. Saray biletleri yakınındaki 1200 yıllık bir başka yapı olan Mooriş Kalesi ile birlikte ya da tek başına satılıyor, tercih sizin. Sarayın alt kapısında araç değiştirip tramvay vagonuna benzer bir servis aracı ile Pena Sarayı’na ulaşacaksınız. “Bu kadar zahmete değecek mi?” dediğinizi duyar gibiyim ama başınızı kaldırıp Pena Sarayı ile göz göze geldiğiniz an kendinizi bir masalın içinde bulacaksınız. Bir prensesin oyun evi mi, saray mı, cami ya da kilise mi, gözetleme kulesi mi, yoksa bunların hepsi mi birden anlaşılması zor. Ama eklektik bir mimari stilde inşa edilmiş olan bu bina ahir ömrünüzde göreceğiniz en tuhaf, en ihtişamlı, en gizemli ve en akılda kalıcı mimari yapılardan biri olacak, o kesin. Açık bir havada muhteşem bir manzara vaat eden bina eğer sisli bir gününe denk geldiyseniz yarasaların uçuştuğu bir korku filmi setindeymişsiniz hissi verebilir.

Yukarıya doğru tırmanmak çok iyi bir fikir olmasa da Pena turunuzu bitirdikten sonra Sintra’nın güzelliklerini keşfetmek üzere yaklaşık 45 dakikalık bir yürüyüşle aşağıya doğru pekala yürüyebilir, orman havası alabilir ve mekanın tadını çıkarabilirsiniz. Masallar diyarı Sintra’yı arkanızda bırakıp Cabo Da Roca’ya doğru yol almanın vaktidir. Sintra-Cabo Da Roca arası otobüsle yaklaşık 30 dakika sürüyor. Meyliniz varsa romantizmi iliklerinize dek hissedebileceğiniz bu nokta Avrupa kıtasının en batı ucu, toprağın bittiği, denizin başladığı yer. Yarım saatlik bir yürüyüşle tepede yer alan eski bir kaleden Atlas Okyanusu’nu seyredebilir, eğer maceracı iseniz ve hava da müsaitse kıyıya dik inen kayalıklar arasındaki daracık patikaları takip ederek okyanus kıyısına inebilir, buradaki saklı plajları keşfedebilir ve uçsuz bucaksız okyanus önünde yeryüzünün yaratılışına tanıklık ediyor gibi yaşadığınız anın, aldığınız nefesin sesini duyabilirsiniz. Okyanusla vedalaşıp şehre dönüş yolunda vakti ve enerjisi olanlar Lizbon’un sayfiye yerleri olan malikâneleri, plajları, birinci sınıf servis veren otelleri, casinoları ve golf kulüpleri ile ünlü Cascais ve Estoril’de vakit geçirebilirler. İstediğiniz durakta inip tadını çıkarmak serbest. Nasılsa günlük tren biletiniz cebinizde.

Lizbon - Özgür Çakır

Yine yazının sonuna geldik, sayfalar geçti ama anlatacaklarım yine yarım kaldı. Siz iyisi mi bu okuduklarınızı “Lizbon’a giriş” sayın ve kış aylarında da ılıman iklim yapısını koruyan bu şehre seyahat planınızı yapın. 28 numaralı sarışın, Pasteis De Belèm, Fadistalar ve Vasco Da Gama ile onlarcası sizi bekliyor ve her şeyi ile Lizbon görülmeyi hak ediyor.

Başa dön tuşu