99
Bilim dünyası, “hareket eden cisimler
ve meydana gelen değişimler arasında
yaptığımız belirli bir sıralamadan
doğan bir kavramdır” diye tanımlıyor
zamanı. Zaman kavramı, tarih
boyunca felsefenin ilgi alanlarından
biri olmasının yanı sıra matematik
ve fizik çalışmalarının da önemli
alanlarından biri oldu. Zaman diye
bahsettiğimiz algı, bir anı bir başka
anla kıyaslama yöntemi olarak basitçe
de tanımlanabiliyor. Örneğin bir cisme
vurduğumuzda belirli bir ses çıkar.
Tekrar vurduğumuzda yine bir ses
çıkar. Kişi, birinci ses ile ikinci ses
arasında bir süre olduğunu düşünür
ve bu süreye “zaman” der. Oysa ikinci
sesi duyduğu anda, birinci ses sadece
zihnindeki bir hayalden ibarettir.
Sadece hafızasındaki bir bilgidir. Kişi,
hafızasında olanı, yaşamakta olduğu
anla kıyaslayarak zaman algısını elde
eder. Eğer bu kıyas olmazsa, zaman
algısı da olmaz.
Beynimiz belirli bir sıralama yöntemine
alıştığı için zamanın hep ileri aktığını
düşünürüz. Oysa bu, beynimizin
içinde verilen bir karar ve dolayısıyla
tamamen izafi... Gerçekte zamanın
nasıl aktığını ya da akıp akmadığını
asla bilemeyiz. Bu da zamanın mutlak
bir gerçek olmadığını, sadece bir
algı biçimi olduğunu gösterir. Zaman
içinde olduğumuz 3 mekân ve 1
zaman boyutlu uzay-zamanının soyut
olan boyutu olarak da kabul edilir.
Zaman olgusu fizikte 't' (Latince zaman
anlamına gelen tempus kelimesinin baş
harfi) harfiyle tanımlanır.
Zaman beyinde saklanan birtakım
hayaller arasında kıyas yapılmasıyla var
olur. Eğer bir insanın hafızası olmasa,
beyni bu tür yorumlar yapmaz ve
dolayısıyla zaman algısı da oluşmaz.
Bir insanın “ben otuz yaşındayım”
demesinin nedeni, beyninde söz
konusu otuz yıla ait bazı bilgilerin
biriktirilmiş olmasıdır. Eğer hafızası
olmasa, ardında böyle bir zaman dilimi
olduğunu düşünmez, sadece yaşadığı
tek bir “an” ile muhatap olur.
Zaman mutlak değildir, meydana gelen
olaylara göre farklı algılanan göreceli
bir kavramdır. Nobel ödüllü genetik
profesörü ve düşünür François Jacob,
“Mümkünlerin Oyunu” adlı kitabında
zamanın geriye akışı ile ilgili şunları
anlatır:
“Tersinden gösterilen filmler, zamanın
tersine doğru akacağı bir dünyanın
neye benzeyeceğini tasarlamamıza
imkan vermektedir. Sütün fincandaki
kahveden ayrılacağı ve süt kabına
ulaşmak için havaya fırlayacağı bir
dünya; ışık demetlerinin bir kaynaktan
fışkıracak yerde bir tuzağın (çekim
merkezinin) içinde toplanmak üzere
duvarlardan çıkacağı bir dünya; sayısız
damlacıkların hayret verici işbirliğiyle
suyun dışına doğru fırlatılan bir taşın
bir insanın avucuna konmak için bir
eğri boyunca zıplayacağı bir dünya.
Ama zamanın tersine çevrildiği böyle
bir dünyada, beynimizin süreçleri ve
belleğimizin oluşması da aynı şekilde
tersine çevrilmiş olacaktır. Geçmiş ve
gelecek için de aynı şey olacaktır ve
dünya tastamam bize göründüğü gibi
görünecektir.”
Zamanın bir algı olduğu, 20. yüzyılın en
büyük fizikçisi sayılan Albert Einstein’ın
ortaya koyduğu “Genel Görecelik
Kuramı” ile de doğrulanmış... Lincoln
Barnett, Evren ve Einstein adlı kitabında
bu konuda şunları yazar: “Salt uzayla
birlikte Einstein, sonsuz geçmişten
sonsuz geleceğe akan şaşmaz ve
değişmez bir evrensel zaman kavramını
da bir yana bıraktı. Görecelik kuramını
çevreleyen anlaşılmazlığın büyük
bölümü, insanların zaman duygusunun
da renk duygusu gibi bir algı biçimi
olduğunu kabul etmek istemeyişinden
doğuyor… Nasıl uzay maddi varlıkların
1...,91,92,93,94,95,96,97,98,99,100 102,103,104,105,106,107,108,109,110,111,...156