Jannah Theme License is not validated, Go to the theme options page to validate the license, You need a single license for each domain name.

Tarih tutuşur taş yanar

 Çıralı, Yanartaş, Engin Çakır

Yüzyıllardır yanan bir ateşin dokunamayacağı ruh yoktur. Bu ateş kalbinizi ısıtabilir ya da teniniz buz kesebilir. Alevleri izlerken, içinizden bir his, titanları görmenizi sağlayabilir, Pegasus’un sırtına atlayıp Chimera’nın peşine düşebilirsiniz. Antalya Çıralı’daki Yanartaş’ın hikayesi; MÖ.4 yüzyıldan beri hakkında söylenceler üretilmiş, büyük bir gizem.

Tarihin kendisi bir efsanedir ama bazı hikayeler daha derin ve anlamlıdır. Özellikle de mitolojik öyküler, fantastik ve sürükleyici yanlarıyla, çoğu insanın hayatında “keyif” kelimesinin karşılıklarından bir tanesidir. Yanartaş’a tırmanırken yanınızda; kralların, Pegasus’un, Olimpos Dağı’nın, Chimera’nın olduğu bir efsaneyi de taşırsınız. Ateşin çekiciliği sizi tarihin sırları içerisinde bir yolculuğa çeker.

Kayaların üzerinde oluşmuş 20 kadar alev bacasının mitolojik dönemlerden bu yana yandığı ve tarihin alevini günümüze taşıdığı biliniyor. Eskiden daha güçlü olan ateş, zamanla küçük ama çok sayıda aleve dönüşmüş. Bazı kaynaklar, günümüz olimpiyat oyunlarının ilk kutsal ateşinin buradan geldiğini bile yazıyor. Ama bu konuda net bir bilgi yok. Fakat parçalar bir araya geldiğinde insanın aklına “neden olmasın?” sorusu da gelmiyor değil…

Yanartaş, Antalya Kemer’de Çıralı Köyü yakınlarında. Küçük, tarihi ve turistik bir yer. Komşusu Olimpos ile birlikte sakin ve kendi halinde bir bölge. Çıralı sapağından içeri girdikten sonra; yol boyunca portakal, mandalina bahçeleri içerisinde pek çok tesis (pansiyon ve kamping alanları) bulunuyor. Yaklaşık 11 km kadar sonra da Çıralı’ya ulaşılıyor. Yanartaş’a gitmek için, Çıralı girişindeki köprüden geçerek yaklaşık 3,5 km devam edilmesi gerekiyor. Daha sonra Yanartaş (Khimera) ören yerine ulaşılıyor.

Çıralı, Yanartaş, Engin Çakır

Yörede Romalılar ve Bizanslılardan kalma yapılar da var. Ama Yanartaş’ın en ilgi çekici noktası doğal bir mucize olması. Olympos’un birkaç kilometre güneybatısındaki Çakaltepe olarak anılan yükseltinin güney yamacından devamlı olarak çıkan alev hiç durmadan yanan doğal gazlar sayesinde etkileyici bir doğa olayı haline geliyor. Bu yer ormanın içerisinde ancak açıklık bir alanda. Üzerinde hiçbir bitki örtüsü yok. Tamamen gri-beyaz kayalardan oluşuyor. Gündüz saatlerinde fazla göze çarpmayan alevler, geceleri oldukça etkili görülüyor. İyi havalarda Çıralı’daki pansiyonlardan, hatta açık denizden bile alevler görülebiliyor. Kamp ateşini andıran bu ateşlerdeki en yaygın karşılaşılan durumlardan birisi de ziyaretçilerinin yanında pişirmek için sucuk, pişen sucukları arasına koymak için ekmek ve ay ışığında içebilmek için şarap getirmesi…

Yanartaş ile ilgili mitolojik kaynaklar, ateşin suyla söndürülemeyeceğini, bunun ancak üzerine taş ve toprak atıldığında başarılabileceğini anlatıyor. Ne var ki, ateşin yeniden yanmaya başlaması kaçınılmazmış. Gerçekten de söndürülen alevler 10-15 dakika sonra kendiliğinden yanıyor. Ateş yandığında duyumsanan kokuyu kimisi iyot, kimisi havagazı, kimisi de benzin kokusuna benzetmiş. 1882 yılında Türkiye’ye Likya konusunda araştırma yapmak için gelen Arkeolog Felix von Loschan, ateşin yanına yaklaşıldığında hafif bir petrol kokusu almış. 1967’de yapılan analizler, gazın düşük oranda metan içerdiğini ortaya koymuş.

İlk Yanartaş’tan yaklaşık 500 metre kuzeybatıda, deniz seviyesinden 335 metre yükseklikte ikinci bir Yanartaş bölgesi daha bulunuyor. Birincisinden 155 metre daha yüksekte. Daha doruk seviyesinde yer aldığı için, panoramik manzarası daha güzel olsa da, iki Yanartaş arasındaki sarp yamacı aşma zorluğu sebebi ile, buraya Çıralı’dan ulaşmak yerine, Ulupınar – Karadere bağlantılı patika ile ulaşım tercih ediliyor. İkinci Yanartaş Çıralı Havzası’nın doruk seviyesinde yer aldığı için bu noktadan gerek Çıralı Ovası gerekse Tahtalı Dağları panoramik bir şekilde görülebiliyor. Ancak buraya Çıralı tarafından ulaşmak bir hayli zahmetli. İlk bölgeye ulaşmak da kolay olmuyor. Çünkü tarihi Likya Yolu üzerinden takip edilerek ulaşılıyor ve tarihi kayalardan oluşan patika merdivenin basamakları oldukça yüksek. Tırmanma parkuru 800 metre kadar. Antalya sıcağını da düşünürsek ve mevsimlerden yaz ise, nispeten daha serin bir havayı tercih etmenizde –örneğin geceleri- fayda var. Yaklaşık 20 dakika süren bu tırmanışta, ormanlık alandaki patika karanlık olabiliyor ve fenerler burada oldukça işe yarıyor. Feneri olmayanlar için ise, ören yeri girişinde kiralık fener bulabilmek mümkün.

Çıralı, Yanartaş, Engin Çakır

İşin efsanesine gelince, mitolojik hikaye kendini zaten çok güzel anlatıyor. Zeus’un oğulları arasında Olimpos Dağı’nda yaptırdığı yarışmada Herakles’in birinci gelmesi, bunun Olimpiyat oyunlarına başlangıç kabul edilmesi ve Olimpiyat Meşalesi’nin tutuşturulmasında Yanartaş’ın rolü büyük oluyor. Yanartaş, yerden fışkıran bir alev ve Homeros’un da İlyada Destanı’nda sözünü ettiği gibi binlerce yıldan beri durmadan yanıyor.

“At aşığı Glakuos’un oğlu Hipponoes kardeşi Belleros ile ormanda avlanırken, istemeyerek kaza ile Belleros’u öldürmüştür. Bunun için kendisine ‘Belleros’u yiyen’ anlamına gelen “Bellerophontes” adı verilmiştir. Kardeşini bir kaza sonucu öldürdüğü için vicdan azabından deliye dönen Bellephorontes ülkesinden kaçmak zorunda kalmıştır. Tipins Kralı Ptoitos’a sığınan Bellerophontes tanrıların övünerek yarattığı bir erkek güzelidir. Kralın karısı Anteia (Stenehe), Bellerophontes’e ilk görüşte aşık olmuş; ancak Bellerophontes iltica ettiği bir kralın karısı ile yasak ilişkiye girmeyi asla düşünmediği için, kraliçeyi reddetmiştir. Buna son derece içerleyen Kraliçe, Bellerophontes’i kocasına şikayet etmiştir: ‘Öl ey Preites, ya da gebert Belledephontes’i. O ki, gönlüm olmadan beni aşkı ile sarmak istedi.’ Bunu işiten kral Bellerophontes’i hemen öldürmek istemişse de, sonradan bütün intikam meleklerini üzerine çekeceğinden korkarak, onu misafirliğin dokunulmazlığına girmeden öldürsün diye, elinde birbirine katlanmış ve içinde ‘Bu mektubu getiren kişiyi bu dünyadan kopar; o ki, karımı, yani senin kızına tecavüz etmek istedi.’ yazılı bir mektup vererek Likya Kralı olan kayınpederi Iobates’e gönderdi. Yakışıklı genç kendini bekleyen sondan habersiz yola koyulmuş ve kendisini seven ve beğenen tanrıların emin rehberliği ile Likya’ya, Xanthos Nehri’nin kenarına geldiği zaman ihtiyar kral misafirine sevgi ve saygı gösterdi. Dokuz gün ağırladı. Dokuz inek kurban etti. En sonunda gül parmaklı şafak onuncu kere görülünce Bellerophontes’ten damadının gönderdiği mektubu görmek istedi. Fakat İobates de bir kral misafirini öldürmekten korktu ve onu başı aslan, vücudu keçi, kuyruğu yılan ve ağzından durmadan alevler saçan Chimera adlı canavarı öldürmesini rica etti. Bellerophon görevine gitmeden önce kahin Polydeus’a danıştı. Kahin Polydeus kendisine uçan at Pegasus’u ehlileştirmesini öğüt verdi. Bellerophontes bütün uğraşına rağmen atı yakalayamadı ve yine Kahin Polydeus’un önerisi üzerine Athena Tapınağına gitti ve geceyi bu zor görevde kendisine yardım etmesi için zeka tanrıçasına yalvarmakla geçirdi. Bir ara olduğu yerde uyuyup kalmıştı. Rüyasında Athena göründü ve ona dedi ki: “Uyan Bellerophontes, uyan… Pegasus’u yakalayabilmen için sana şu gemi getirdim. Bunu al; çünkü ancak bu gemle o asi hayvanı yumuşatır ve sırtına binebilirsin. Haydi git; fakat görevine başlamadan önce, atlara binmek sanatını öğreten tanrıya bir boğa kurban etmeyi unutma.’ Bu sözler üzerine Bellerophontes, hemen ayağa kalktı. Tanrıçanın kendisine uzattığı gemi aldı ve Athena‘nın önerisini yerine getirdi. Pegasus, altın gemi görür görmez hırçınlığı geçti, uysal bir hayvan oldu. Ve kendiliğinden geldi, kahramanın getirdiği gemi ağzına aldı. O güne kadar yıldırımların koşu atı olan Pegasus, Glaukos’un oğlunun ayrılmaz bir arkadaşı, sadık bir dostu oldu. Artık Chimera’yı öldürme görevine gidebilirdi ve hemen Pegasus’un sırtına atlayarak Chimera Canavarı’nın üzerine yürüdü. Bu canavar, çevrede yaşayanları alevleri ile kasıp kavuruyor ve adeta hayatlarından bezdiriyordu. Bellerophontes canavara saldırınca, canavar çok sinirlenerek kükredi. Alevden dili her yen kasıp kavurdu.

Kükremesinden kayalar yerinden oynadı. Deniz bir Çağlayan gibi aktı. Çevrede bulunan bütün canlılar bu korkunç mücadelenin dehşetinden haykırıyorlar, bayılıyorlar ölüyorlardı. Kanatlı at Pegasus da bütün hünerini gösteriyor, sanki görevin dehşetini anlamış gibi gökyüzünde daireler çizerek, ani dalışlar yaparak, Bellerophontes’in Chimera’yı öldürebilmesi için elinden geleni yapıyordu. Canavarın ağzından çıkan alevlerden çevredeki her şey neredeyse kül olmuş, Pegasus’un basacağı yer kalmamıştı. Fakat en sonunda Bellerophontos mızrağını hazırlayarak Pegasus’la havadan öyle bir iniş yaptı ki, mızrağın canavarın vücuduna saplanması ile canavar yedi kat yer dibine gömüldü. Yalnız alevden dili zararsız bir şekilde yeryüzünde kaldı. Bugün o yere giden insanlar hala bu canavarın kükreyişini alev çıkan yerlerden duyarlar. Geri dönen Bellerophontes’e kral daha pek çok zor işler vermişse de o hepsinin hakkından gelir. Bunun üzerine kral onun Tanrı soyundan geldiğine inanarak, kendisine pek çok armağanlar verir ve kızıyla evlendirir. Bellerophontes Poseidon’un soyundan gelmektedir. Bu evlilikten üç çocuğu olur bunlardan kızı Laodemia’nın Zeus ile ilişkisinden Sarpedon doğar ve büyüyünce Likya kralı olur, Troya savaşına katılır. Bellerophontes’in sonu ise kendi elinden olmuştur. Mutluluk içinde yüzen Bellerophontes, gurura kapılarak kanatlı atı ile ölümsüzlerin bulunduğu Tanrılar Dağı Olympos’a yükselmeyi denedi. Her ölümlünün kalbinden geçenleri bilen Zeus bir at Emeği göndererek uçan atı böğründen ısırttı Canı yanan et silkindi ve Bellerophontes tutunamayarak Pegasus’un üzerinden boşluğa yuvarlandı. Kanatlı At Pegasus ise çok yükseklere, yıldızların sıralandığı mavi gökyüzünün en üst katına vardı. Tanrılar onu artık bir daha yere indirmediler ve bir burca (yıldız kümesine) çevirdiler. Bellerophontes’e gelince, o günlerce süren bir düşüşten sonra yere düştü. Chimera’yı yenen en ünlü kahraman artık topal ve bitkin bir halde sürünmeye başladı. O dünyanın ünlü kahramanı iken gereksiz bir gurura kapıldığı için sefalet içine düştü; daima kederli, daima üzgün ve adsız sansız bir dilenci gibi ölünceye kadar yaşadı.”

Yazı ve fotoğraflar: Engin Çakır

Çıralı, Yanartaş, Engin Çakır

Başa dön tuşu