64
fotoğrafa yazı
heyecanını-o kutuyu açarken duyduğu
hissi- alırsanız, bu şehir azalır: Biraz
daha ilerleyip Yeni Camii’nin üçüncü
kapısına geldim. Bu kapının önü
aslında herkesin bildiği, önündeki
güvercinler sayesinde de çocuklar için
ait olduğu camiiyi “Güvercinli Camii”
yapan meşhur kapıdır.
Bana öyle geliyor ki halk, bir şehrin
en samimi sakinidir. Yani, bu şehirde
yaşayan insanların çoğu kendi
eğlencelerini kendileri yaratır. Mesela,
biz gençler bir evde parti düzenler
veya bir barda doğum günü eğlencesi
tertip ederiz. Ve aslına bakarsak,
bunun anlamı, biz kendi eğlencemizi
kendimiz yaratırız. Halk ise farklıdır.
O, yaşadığı şehrin bizzat kendisi ile
eğlenir. Yani, benim düzenlediğim
bir ev partisi, onun için çocuğunu
bir güneşli pazar günü alıp, Güverci
Camii’nin önüne götürmektir. Ve cep
telefonlarının yaygınlaşması ile halk
içinde de gelişen fotoğraf kültürü,
bu anları ölümsüzleştirmeye yaradı.
Artık çocuklar güvercin kovalarken,
genç babalar onları bir kenardan
fotoğraflıyor: Ya da akşama ne
pişireceğini düşünen ev hanımları,
kocalarını ve çocuklarını: Şehir kendi
yemek kültürünü de oluşturmuştur
çoktan. Ve çoğu kez, şehri gezmeye
çıkan insanlar, sofrada neler bulacağını
üç aşağı beş yukarı bilir. Bu ya bir
ekmek arası köfte olabilir. Ya da benim
yediğim gibi, bir esnaf lokantasının
az pilav, az çorba ve az patlıcandan
oluşan müthiş lezzetli mönüsüdür.
Şimdi diyeceksiniz ki “yahu çocuk
sen hani vapura binmek için çıkmıştın
evden, ne işin var karada?”
Haklısınız efendim, ben de şimdi bunu
hatırlayıp iskeleye doğru yol almaya
başlıyorum.  Ancak ne mümkün,
şehirde o kadar bahsedilecek şey
var ki, kısacık bir özet yaparak
ulaşacağız vapurumuza. Öncelikle
Eminönü çiçek pazarından -ki zamanla
burası evcil hayvanların satıldığı
yere de dönüşmüştür- geçerken,
gördüklerimden bir demet. Kırk yıl
düşünsem aklıma gelmez, adam Funda
toprağı satıyor: Benim bildiğim tek
Funda, lisede bizim sınıftaki İzmirli
kızdı. Ama ne kızdı.
1...,56,57,58,59,60,61,62,63,64,65 67,68,69,70,71,72,73,74,75,76,...140