Dergi Bursa Ekim-Kasım 2011 - page 83

81
Dilek Şen
KİMİ SEVİNÇLERİN ağır KDV’lerini
ödemek gibi, hak edilen sevinçlere
sırt çevirmek. Vazgeçmek elde
avuçta ne varsa düne dair, içinden
çıkılmaz hesaplara düşme korkusuyla
üstüne sünger çekmek. Ve ıslandıkça
gözyaşlarıyla üzerine çekilen sünger,
kenarından göze ilişen geçmişle yüz
göz olmak.
Zamanlı zamansız kapıyı çalan hüzün
en çok bu zamana yakışıyor sanki. Yaz
akşamlarının şuh kahkahalarına inat
ölüm sessizliği ile sarıyor dört bir yanı.
Sararan her yaprakta unutulmaya yüz
tutan bir anıyı anımsatarak düşüyor
içimize. İçimizde ne varsa görmezden
geldiğimiz, gözümüze sokarcasına
önümüze seriyor hayat, belki de tam
olarak verdiklerinden geriye kalanları
almak isterken başlıyor oyununa.
Rengi kırmızıya çalan sarmaşıkların
üzerini örttüğü kameriyelerde
süren sohbetlerle düne dair izler
seriliyor sofralara. Günün telaşında
sustuklarımızı, gecenin karanlığına
haykırıyoruz; sözün özündeki mana
ve içimizde yarım kalan senfonilerin
yorgunluğuyla. Özlediklerimiz mi
çoğalıyor hazanda yoksa hazan hüznü
mü artırıyor? Özlemleri tartmıyor akıl
terazimiz. Borçlar ve alacaklar nasıl
denk düşmüyorsa birbirine, özlemler ve
vuslatlarda bir olmuyor hiçbir zaman.
Yalnızlıkların çoğaldığı, varlığın içe
dönüp kendini acımasızca yorduğu
sonbahar gecelerinde iktidar savaşı
veriyor bizi bizden öte bilen içimizin
aynasına yansıttığımız yanlarımız.
Kendimizden kaçmak istercesine
sokaklara düşen ayaklarımızın bizi
taşıdığı şimdiye dek görmediğimiz
yerler çıkıyor karşımıza, şehrin böyle bir
büyüsü olduğundan habersiz olmanın
utancı düşüyor hüzünlü kaçışımızın
üzerine. Yüzümüzde kendinden
kaçmanın ürkek bakışları ve aslında
kendine yabancılaşmanın sancısı ile
boynumuzu bükerek bakıyoruz en az
kendimiz kadar yabancı olduğumuz
kentimize. Gece nasıl da sarmış
dört bir yandan ışıldayan sokaklarını
susturmak istercesine, nasıl da bize
benziyor yırtmaya çalıştığı karanlıkta
yorgunluğuna yenik düşeceğinden
habersiz. Karanlığa saklanmış bir kadın
gibi gerdanında ışıldayan sokakların
sahibi bu şehir, kendine benzeyen
bizleri gündüz cezalandırmanın
mahcubiyeti ile gece ödüllendiriyor.
Sessizce fısıldıyor yüreğimize bize
bizden çok benzediğini ve hüznümüzün
can yoldaşı olduğunu. Şimdi nereye
dokunsak gece, nereye koşsak
karanlık ve nerede saklansak ay
vurur kendimizden bile kaçırdığımız
gözlerimize.
Ey bizi bizden iyi bilen şehir, bizi
büyütürken içimize döktüğün hüzün
harcının özünü gecesinde saklayan
sen, kollarınla yollarımızı kendine
çevirip, yönümüzü yüreğimizde
mıhlarcasına bağlayan o sessiz ve
yüreği tutsak eden en masum halinle
bile süzdüğün gözlerinde bizi kendine
mahkum eden sen; hüznü, hazanı,
hayatı yaşatırken özümüzü nasıl
kendinle doldurduğunu bir bilsen,
dolgun buğday başağı gibi düşerdi
başın. Senden öğrendik böylesi
anlarda bile gülümsemeyi, harcımızda
olsa da gözyaşın.
Hazanın hüznü
Mevsimlerden hazan ve yansıması yüzlerde hüzün şimdi, gözler hep uzaklara meyilli; bakılan yerlerde
yarım kalan bir şeyler var belli. Geride kalan dünü sorgulama zamanı gibi, geçmişin en güzel yarım
kalmışlıklarını ve cesaret edilemeyen güzelliklerini muhasebe defterinde gözden geçirme zamanı.
köşe
1...,73,74,75,76,77,78,79,80,81,82 84,85,86,87,88,89,90,91,92,93,...132
Powered by FlippingBook