Jannah Theme License is not validated, Go to the theme options page to validate the license, You need a single license for each domain name.

Sessizliğin içindeki ölümsüz senfoni: Beethoven

 

Ludwig van Beethoven

Alkolik bir baba, hasta bir anne, 8 kardeş ve yoksulluk içinde geçen zor bir çocukluk… Beethoven belki de dünyaca ünlü birçok dâhinin hayat hikâyesinde rastlayabileceğimiz, hatta bu nedenle çoğu kişi tarafından büyük başarıların altında yattığına inanılan tüm acılara sahipti. Ancak bestelediği şaheserleriyle sahip olduğu başarıları, duymayan kulaklarına inat bir tezat oluşturuyordu.  

“Bu çocuğa iyi bakın, bir gün gelecek bütün dünya ondan bahsedecek.”

Daima içgüdüleriyle hareket eden, müziğin kabul edilmiş katı kurallarının dışına çıkmak isteyen yenilikçi tavrı ve gelişmiş hayal gücünü sanatına da yansıtma çabasında olan Beethoven’in yeteneği ilk olarak kendi de müzisyen olan babası tarafından keşfedildi. 1770 yılında Almanya’nın Bonn kentinde doğan Ludwig van Beethoven, müziğe 4 yaşında babasının zorlamasıyla başladı.

Beethoven babasının baskıcı tutumuna rağmen müzikten nefret etmek bir yana müziği daha çok benimsedi ve onu hayatının bir parçası haline getirdi. Alkole olan zaafı nedeniyle ailesini geçindirmek için yeterli parayı kazanamayan babası, bu görevi Beethoven’e yıkmak için uğraşıyordu. Ancak babasının bu çabaları boşa gitti çünkü Beethoven ona öğretmeye çalıştığı bilindik müzik yöntemlerini reddediyor, kendi tarzını bulmak için uğraşıyordu. Belki de Beethoven’in son nefesine kadar vazgeçmediği özgürlüğüne olan düşkünlüğünün temelleri bu yıllarda atılmıştı. 1779 yılında Christian Gottlob Neefe ile çalışmaya başladı. Ondan saray müzisyenliği için gerekli eğitimi aldı. 11 yaşında tiyatro orkestrasına, 13 yaşında saray orkestrasına girdi. 1787 yılında Viyana’ya gitme fırsatı buldu ama annesinin gittikçe ağırlaşan verem hastalığı nedeniyle Bonn’a geri dönmek zorunda kaldı. Birçok kaynağa göre Beethoven Viyana’da kaldığı kısa süre içinde Mozart ile tanışma ve ondan ders alma fırsatı buldu. Onun dehasını keşfeden Mozart’ın “Bu çocuğa iyi bakın, bir gün gelecek bütün dünya ondan bahsedecek” sözleriyle genç müzisyeni onurlandırdığı bilinir.

Ludwig van Beethoven

“Yeryüzünde yalnızca bir tane Beethoven var!”

aBeethoven annesinin ölümü üzerine Bonn’da kalarak kardeşlerinin geçimini üstlendi. Genç yaşta aldığı sorumluluklar ve çok bağlı olduğu annesini kaybetmiş olması onu sinirli ve hırçın biri haline getirdi. Kendi gibi olmayan yaşıtlarına özeniyor, kendisinin neden böyle eğlenceli ve rahat bir hayatı olmadığını sorguluyordu. 1792 yılında yeniden Viyana’ya gitme fırsatı yakalayan Beethoven bu kez Viyana’ya yerleşti ve orada yaşamaya başladı. O yeniden Viyana’ya gelebilmişti ama birlikte çalışmak için can attığı Mozart artık hayatta değildi. Mozart’ın bu gelecek vadeden genç ile ilgilendiğini duyan dünyaca ünlü klasik müzik bestecisi Joseph Haydn, Beethoven’in yeteneğini kısa sürede fark etti ve ona destek oldu. Beethoven birlikte yaklaşık bir yıl çalıştığı ve bu dönemde bestelediği birçok eserde etkisi görülen Haydn’den sonra, besteci yönünü daha fazla geliştirmek istedi.

Çalışmalarını ilerlettikçe adı daha fazla kişi tarafından duyuldu. Ancak sadece sınırlı bir kesime hitap eden, belli bir sistem içine sıkıştırılmış salon müziklerinden, klâsik tarzlardan kurtularak müziğin evrenselliğini ve çok yönlülüğünü ispatlamak, müziği hak ettiği özgürlüğüne kavuşturmak için çalıştı. Başarılarıyla kısa sürede çevresi genişleyen belki de çocukluğundan beri hep ihtiyaç duyduğu sevgiye, ilgiye kavuşan Beethoven zamanla bu durumdan ve sahip olduğu neşeden de rahatsızlık duymaya başladı. Çünkü kendini mutluluğa layık görmüyor ve hayatın acısını, kederini yaşamadığı, tek başına kalamadığı takdirde gerçeklerden uzaklaşacağına, bu şekilde artık üretemeyeceğine, beste yapamayacağına inanıyordu.

1789 Fransız Devrimi’nin fazlasıyla hissettiği etkilerinden, özgürlük ve adalet tutkusundan vazgeçmeyerek bu duygularını sanatına da yansıtmaktan çekinmeyen Beethoven müziğin o yıllardaki merkezi olarak kabul edilen Viyana’da birçok başarıya imza attı ve dünya çapında tanınır hale geldi. Soyluların beğenisini kazanmıştı, bestelerini kendisini hayranlıkla dinleyen kralların huzurunda çalıyordu. Ancak bütün bunlar onu ilgilendirmiyordu çünkü her türlü sınıflandırmaya karşı, tamamen eşitlik yanlısıydı. Hatta bir gün bir prense inandığı bu düşünceleri kanıtlarcasına “Sizin asaletiniz doğuşunuzdaki tesadüfe bağlıdır. Oysa ben kişiliğimi kendim oluşturdum. Yeryüzünde yüzlerce prens var, daha binlercesi de gelip geçecek ama yalnızca bir tane Beethoven var!” dediği bilinir.

Ludwig van Beethoven

“Gözlerimle işittiğimi kulaklarınızla göreceksiniz.”

19.yüzyıl müziği üzerinde derin izler bırakan, gelecek nesillere taşınan melodilerin bestecisi Beethoven için hayatının en zor dönemi 1796 yılından itibaren başladı. Önceleri çok üzerinde durmadığı sağırlık belirtileri rahatsız edici boyutlara vardı ama 1802 yılına kadar bu durumu herkesten gizledi. Kimsenin duymadığı sesler duyuyor, kulak çınlamaları ve uğuldamaları ile sancılar içinde kıvranıyordu. Ölümü düşünecek hale geldi ama müziğe ve sanatına olan bağlılığı yaşamına son vermesine engel oldu. Sıradan bir insan gibi pes edemeyeceğini düşünen ünlü besteci, insanlara anlatması gereken çok şey olduğuna ve kendisinden başka kimsenin duyamadığı sesleri müzik yoluyla başkalarına aktarması gerektiğine inanıyordu. Böyle bir görevi üstlenmişken ölmesi imkânsızdı.

Fiziksel bir engele karşı tüm bedenini ve ruhunu sanatına adayıp, müziğin büyüsüne sığınırsa bu sorunun üstesinden geleceğini düşündü. Her zaman çok sevdiği insanlara, hayatın tüm seslerini anlayabilecekleri ve sevecekleri şekilde sunacak, tutkunu olduğu doğanın insana anlatmak istediklerine tercüman olacaktı. Doğa ve insan ilişkisini müziği ile canlandırarak tüm söylemek istediklerini müzik yoluyla dünyaya anlatacaktı. Duymayan kulakları ona engel olamayacak, sanatına gölge düşüremeyecekti. Sıkça yaptığı doğa yürüyüşlerinde yaşamın, kendi beynine ve ruhuna yansıyan seslerini dinler, içindeki her sesi notalara çevirirdi.

Birçok sıradan insana göre büyük bir sorun olarak kabul edilen bu durum yeteneğini geride bırakmak yerine onun en verimli çağının başlamasına neden oldu. Sadece kulakları duymuyordu, aklı ve ruhu her zaman ve her şeye açıktı. Duymasına gerek yoktu çünkü o her şeyden önce “hissedebilen” gerçek bir sanatçıydı. Hayata küsmek ya da ölmek onun tercih edemeyeceği bir lükstü. Hastalığı ağırlaştıkça müziğe olan bağlılığı da artıyordu. Yalnızca içindeki sesleri duyuyor onları notalara dönüştürüyordu. Onun besteleri artık hissettiği acı, keder, heyecan ve mutlulukların yansıdığı, yoğun duyguların vücut bulduğu notalardan oluşuyordu. Beethoven’in bestelerini dinlemek aslında Beethoven’in kendini duymaktı.

Ludwig van Beethoven

1803 yılında insanlığın kurtarıcısı olarak gördüğü Napolyon için bestelediği ama Napolyon’un kendini imparator ilân ettiğini öğrendikten sonra bestenin ithaf sayfalarını yırtıp “vücudu hala yaşadığı halde ruhu çoktan ölmüş olan bir büyük adamın hatırasına hürmeten…” sözcüklerini ekleyerek Eroica (kahramanlık) adını koyduğu bilinen eserini birçok eleştirmen uzun, anlamsız ve gürültülü buldu. 1805 yılında Fidelio isimli operasını besteledi ancak eser seyircisi olmayan bir salonda yalnızca bir kez sahnelenebildi. Geçmişte ona eğitim veren müzisyenler dahil herkes artık onun devam etmemesi gerektiğini düşünüyordu.

Hiçbir olumsuzluk Beethoven’in sanatı ile arasına giremediği gibi ona daha çok bağlanmasını sağladı. Mükemmele olan düşkünlüğü nedeniyle o kadar titiz ve ağır çalışıyordu ki ilk senfonisini ancak 30 yaşında besteleyebildi. Zamanla kulak uğuldamaları daha da arttı, hastalığı saklayamayacağı boyuta ulaştı. 1815 yılında artık tamamen duyamaz hale gelen Beethoven, insanlarla sadece konuşma defterleri aracılığı ile iletişim kurmaya başladı. Daha huysuz, asabi ve insanlardan daha da uzak, besteleriyle iç içe bir hayat sürüyordu. Tüm sevgisini ve şefkatini doğaya veriyor sağırlığı arttıkça duymadan yaptığı besteler eşi bulunmaz şaheserlere dönüşüyordu. Müziğin filozofu olarak da anılan Beethoven hastalığı ve yaşadığı acılar nedeniyle son derece huysuz görünmesine rağmen sevgi dolu bir insandı. Eserlerine de yansıyan aşk acıları çekti ama hiç evlenmedi. Hayatına giren birkaç kadın arasında onu en çok etkileyen ölümsüz aşkı, “Diabelli Varyasyonları” eserini adadığı kadının Frankfurtlu bir tüccarın karısı olan Antonie Brentano olduğu söylenir.

Ludwig van Beethoven

“Müziğin asıl gücü, insanı bestecisinin hayal dünyasına sürüklemesidir.”

Dünyanın ilk romantiği olarak da kabul edilen Beethoven, dahil olduğu klasik ve romantik dönem akımlarını harmanlayarak bestelediği bütün eserleriyle bu iki dönem arasında bir bağ oluşturdu ve kısa sürede benimsenmelerini sağladı. Artık tamamen hayal dünyasının gücü ile bestelerine sığınan Beethoven’in gerçek hayattaki tek varlığı tüm sevgisini verdiği ve geçimini üstlenerek evlat edindiği yeğeni Carl oldu. Onu kendi gibi bir müzisyen yapmayı hedefliyordu ancak Carl amcası gibi düşünmüyor hayatını yaşamak istiyordu. Beethoven’in hayatı ise gittikçe zorlaşıyordu ve 1819 yılından itibaren tamamen içine kapandı. İnsanlar onu tuhaf ve korkutucu buluyor ama yine de ona saygı duyuyorlardı. Kendiyle birlikte müziği de toplumdan uzaklaştı. Bestecinin çok yönlülüğü, tutku ve duygularından oluşan hayal dünyasının yansıdığı yeteneği eserlerinde yaşar hale geldi. İçindeki coşkular, heyecanlar notalarda hayat buluyor ruhundaki dalgalanmalar melodilere dönüşüyordu. İnsanlarla yalnızca müzik yoluyla iletişim kuruyordu. Müziği bir soylu eğlencesi olmaktan kurtardı. Kendi dönemine kadar müzikten daha üstün kabul edilen edebiyat ve resmi geride bıraktı. Klasik müziğin tüm klasikliğini bozarak amacına ulaştı. Senfonilerinde o zamana kadar hiç kullanılmayan insan sesini kullanarak büyük bir kural daha bozdu. Artık o müziği için yaşıyor, müziği ise tüm insanlara onu anlatıyordu.

Ludwig van Beethoven

“Asıl müzik gerçeğin kendisidir.”

Beethoven, ölmeden önceki son yıllarının Ed Harris tarafından başarıyla canlandırıldığı “Copying Beethoven”(Beethoven’i Anlamak) filminde oluşum süreci anlatılan 9. senfoniyi Friedrich Schiller’in “Neşeye Övgü” şiirinden yola çıkarak hazırladı. 1824 yılında, bugünkü Avrupa Birliği Marşı da olan 9. senfoniyi besteledi ve tüm hastalıklarına rağmen başarıyla tamamladığı senfoninin gösteriminden sonra yatağa düştü. Son anlarına kadar neşesini korudu ancak yaptığı müzikleri ve aldığı alkışları duyamamak onun için en büyük ve en ağır işkenceydi. Kendine görev edindiklerini yapmış olmanın ve tüm dünyayı ortak bir melodide birleştirmenin huzuru ile daha fazla direnmenin bir anlamı ve gereği olmadığını düşünerek, 1827 yılında daha önce hiçbir sanatçının ölümünde görülmeyen, yaklaşık 30.000 kişiye varan oldukça kalabalık bir törenle hayata veda etti. Sadece besteleri ile değil düşünceleri ile de üstünlüğünü kanıtlayan Beethoven’in ölmeden önce 10.senfonisine de başladığı ama tamamlayamadığı biliniyor.

Viyana, Ludwig van Beethoven
Viyana, Ludwig van Beethoven

Geride bıraktığı eserleri ile sadece kendinden sonraki müzisyenlere değil acı dolu hayatı ve yaşadığı tüm talihsizliklere rağmen ayakta kalarak bütün insanlara örnek oldu. Kendini de inandırdığı gibi, hayatta ne yapacağını bilen ve sevdiği şeye tutkuyla bağlanan bir insanın yaşamak için her zaman bir sebebi vardı. Onun yaşama sebebi ise tüm insanları birbirine bağlayan, herkese hitap edebilen duymadığı ama hissederek, ruhunu ve hayal gücünü katarak bestelediği, dinleyene yaşattığı müziğiydi. Ruhuyla duyduklarını notalarla diğer insanlara iletiyordu. Duymak için kulaklara ihtiyacı olmadığını ispatlamak istercesine yaşadı, fiziksel ölümün insanın sonsuzluğa ulaşmasını engelleyemediğinin bir kanıtı olarak öldü.

Yazı: Ferhan Petek

Ludwig van Beethoven

Sessizliğin içindeki ölümsüz senfoni: Beethoven
Başa dön tuşu