Jannah Theme License is not validated, Go to the theme options page to validate the license, You need a single license for each domain name.

Şehrin en hüzünlü gölgeleri

Asırlardır şehri onlar koruyor. Çocukları onlar, yaşlıları onlar. Sevgililere kucaklarında yer açıyorlar. Doğanın en güçlülerine bir tek onlar meydan okuyor. Rüzgar bana mısın demiyor güçlü gövdelerine. Sular alıp götüremiyor onları, güneş kavuramıyor. Hüzünlü ifadelerine inat, asırlardır filiz veriyorlar yaşama.

Neler görmüşlerdir kim bilir yüz yıllardır… Bursa insanına yaşlarıyla ve heybetiyle çok şey anlatan, her dalında ayrı hikâyeler saklı Bursa çınarları… Medeniyetlere kucak açmış bir şehrin aktörleri de ancak medeniyet kadar eski olmalıdır diyebiliriz onlardan bahsederken. Asırlık çınar ağaçları ile çevrili bu şehir, doğanın en güzel örnekleriyle tarihe ev sahipliği yapıyor aslında. Bu yüce çınarların en kahraman, en görkemli, en ölümsüz olanları da elbette ki İnkaya Çınarı ve Ağlayan Çınar… Bursa “doğu çınarı”ndan “saplı meşe”ye, “gümüşi ıhlamur”dan “çiçekli manolya”ya kadar 11 farklı türde, yaşları 100 ile 650 arasında değişen 833 anıt ağaç ile belki de Türkiye’nin hatta dünyanın sayılı illerinden… Bu asırlık ağaçlardan 315’inin tescil işlemleri tamamlandı. 518’i için de envanter kartı çıkarıldı. Şu ana kadar tespit edilen en yaşlı ağaç Hürriyet Mahallesi’ndeki Nostalji Bahçesi’nde bulunan 610 yaşındaki çınar ağacı. Günümüze ulaşamayan Bursa’nın kuzeyindeki Oyukçınar Mahallesi’ne adını veren çınar ağacı ise 18,2 metre gövde genişliği ile Türkiye’nin en büyük ağacıydı. Bunun dışında Halkalı ve Dudaklı Çınarı ile her yıl içinde leyleklerin yuva yaptığı Kiremitçi Çınarı’nın, Orhan Cami avlusundaki ağacın Osmanlı ile yaşıt Bursa çınarları olduğu söyleniyor. Bursa’nın kayda değer diğer anıt ağaçları arasında ise Kovukçınar (Ulufeliçınar), Eskicibaba çınarı, Dua çınarı, Pirinç Hanı çınarı, Altıparmak çınarı, Kültürpark’taki Yaycılar Pınarı çınarı, Müşkire çınarı, İznik’teki Havuzbaşı, Beypınarı, Hespekli, Kaymak Köşkü, Lefke Kapısı, Sanayi ve Davud-u Kayseri çınar ağaçları bulunuyor. Ayrıca Geyikli Baba’nın Bursa’nın fethi sonrası uğur olsun diye diktiği ağacın bugün Hisar içinde, Kavaklı caddesindeki, Kavaklı çınarı olarak bilinen anıt/ağaç olduğu rivayet ediliyor.

“Osmanlı Devleti’nin habercisi çınar ağacı”

Bir gün Osman Gazi; ileride kuracağı devletin mânevî mimarı olacak olan Şeyh Edebali’nin dergâhında konaklar. Kur’ân-ı Kerîm’i alır, sabaha kadar okur ve bir ara içi geçer. Rüyasında bağrından çıkan bir ulu çınarın dalları, cihanın dört bir yanına kol-kanat gerer. Nice insan o ağacın dallarından, meyvelerinden ve gölgesinden istifade etmektedir. Sabah ilk iş olarak bu rüyasını Şeyh Edebali’ye açar. O da, tebessümle der ki: “Müjdeler olsun Osmancık, bey olacaksın. Bağrından çıkacak bir devlet üç kıtaya yayılacak, Allah’ın izni ve inayetiyle… Rüyan da bunun muştusudur!” Ve rüya gerçek olur. Belki de bu manidâr rüyadandır Osmanlı denince akla hep ulu bir çınar, çınar denince de Osmanlı gelmesi… Çınar ve Osmanlı denince ise Bursa…

6 asırla birlikte yaşamak

Bursa’nın ulu çınarlarına en güzel örnek ise 6 asırlık İnkaya Çınarı… İsmini Osmanlı Devleti’nin ilk köylerinden olan İnkaya’dan,  görkemli güzelliğini de doğanın Uludağ yamaçlarına sunduğu ayrıcalıklı bereketten almış, doğanın ve tarihin abidesi. Bunca sene boyunca Bursa’nın suyunu ve havasını içine çekerek büyümüş ve köklerini Doburca caddelerine kadar uzatmış. Bursa semalarını yıllar yılı izleyedurmuş. Her dalı bir ağaç, tüm dalları bir orman olmuş. Gölgesine koca bir köyü saklamış. Namı köyün önüne geçmiş. Geçen asırlara inat etmiş. Yitirilen onca değere, yaşamlara kimi zaman da doğal afetlere rağmen ayakta durmuş. Sadece tanık ve yaşayanlara gölge olmuş. Doğduğu topraklara inanıp, bir gün daha soluyabilmek için Bursa havasını, köklerini umutla bağlamış toprağa…

Uludağ yolunda, gökyüzüne uzandığı her santimde topraktan güç almış… “Koca çınar” demişler yoldan geçenler, hürmet etmişler, yıllar yılı saygı görmüş ve ismi “ulu çınar” olarak anılmış. Yeşilin her tonuna sahip yapraklarında gökyüzünün mavisine yoldaş olmuş, toprağın bereketini tüm dokusuna kazımış ulu çınar. 40 metre boyu, 10 metreyi bulan gövdesiyle belki de Bursa’nın en görmüş geçirmiş figürü olan bu yüce çınar, tarihin gizemiyle herkese kucak açmış… Mevlana’nın “kim olursan ol gel” felsefesini hatırlatan bir tevazuuyla kucaklamış ziyaretçilerini… Ziyaretine gittiğinizde öncelikle başınızı yukarıya kaldırmak gerekir. Altında dakikalarca yürüseniz bile yine onun gölgesinde gezersiniz. Gölgesinde çayınızı ya da kahvenizi yudumlarken dinlendiğiniz her anda, içinize çektiğiniz her nefeste Bursa’nın tarihini paylaşırsınız onunla… Osmanlı’nın ilk başkenti Bursa’da; Osmanlı kadar görmüş geçirmiş, Cumhuriyetin kadar genç ve tazedir Ulu Çınar…

Kalın dallarının uzunluğu 150 m.’yi bulan çınar, köyde yaşayan ve çınarı ziyaret etmeye gelenlere hizmet sunarak kazanç elde eden 85 ailenin de geçim kapısı… Bursa’nın anıt ağaçları arasında en çok tanınmışı, Uludağ yolunda Uludağ gibi ulu ve gösterişli serpilir toprağa… Güneşin batışını oradan izlemek size sanki o’na sığınmışsınız hissi verir. Günün oradan uğurlanması, gecenin soğuğunu unutturmuştur bile. Kimi zaman hüzün verse bile ufukta anbean yarattığı renkler, çınar yaprakları arasından süzülen ton ton kızıllıklar ve ışığını alıp giderken size en güzel tablosunu sunması, çoğu insanın en sevdikleri arasındadır. Köy halkı, tarihi çınarın altında çay bahçesi, mangal restoran, market ve hediyelik eşya dükkânları açmış, köylü kadınların yaptığı el işlemesi ürünler, bahçelerinde yetiştirdikleri meyve ve sebzeleri satarken çınar, her dalına ayrı bir yaşam gizlemiştir. Her dalında bir duygu saklı olan çınarın size yaşattığı en eşsiz duygu olan huzurla, gölgenin serinliğinde; kederi, sıkıntıyı, mücadeleyi bir an için ayakucunuza bırakıverirsiniz.

Göle dönüşen aşk hikayesi

Yüzyılları aşkın yaşıyla anıt ağaçlardan bir tanesi de “Ağlayan Çınar…” Bu çınar Gölyazı’nın hazin hikayesinin vücut bulmuş hali. Efsaneleşmiş bir halk destanı gibi adeta… Rivayete göre bir gün, köyün delikanlısı Mehmet, güzeller güzeli Rum kızı Eleni’ye sevdalanmış. Çocukluktan beri süregelen bu aşk, Kurtuluş Savaşı yıllarında Rum köylerinin boşaltılmasıyla birlikte bir kâbusa dönüşmüş. Mübadele ile Apolyont’ta bulunan Rumlar ile Selanik’te bulunan Türkler yer değiştirmiş. Apolyont’tan topyekün yola çıkan Rumlar içerisinde Mehmet’in sevgilisi Eleni ve ailesi de varmış. Bunu öğrenen Mehmet kalabalığın içerisinde sevdiği kızı Eleni’yi aramaya başlamış. Tam onu gördüğü sırada Eleni’nin büyük ağabeyi Yorgi Mehmet’in yolunu kesip geri dönmesini ve Eleni’yi unutmasını söylemiş. “Bizler artık kardeş komşular değil, düşman iki milletiz. Bu iş asla olmaz!” demiş. Mehmet sevdasından asla vazgeçmeyeceğini gerekirse bu uğurda canını bile vereceğini söylemiş. Bunun üzerine sinirlenen Yorgi, hançerini çekip defalarca Mehmet’e saplamış. Aldığı yaralarla acılar içerisinde kıvranan Mehmet, son bir gayretle Eleni ile gizli gizli buluştuğu ulu çınarın oyuğuna kadar gelmiş. Vücudundan akan kanlarla çınarın oyuğuna şunları yazmış: “Canım sevdiğim, sonsuza dek seni burada bekleyeceğim.” Konvoy ilerlerken Eleni’nin sırdaşı ve can dostu Penelopi, Yorgi ile Mehmet arasında geçen tartışmayı görmüş koşarak can dostunun yanına giderek bütün olan biteni anlatmış. Olanları öğrenen Eleni, bir fırsatını bulup konvoydan ayrılarak doğruca sevdiğine koşmuş. Ancak çınarın oyuğuna geldiğinde, her zaman en mutlu anlarını geçirdiği bu ulu çınarda biricik sevdiğini kanlar içerisinde bulmuş. Sevdiğinin başını kollarına almış, son kez gözlerine bakmış, hıçkırıklar içerisinde ağlayarak “Az sonra kavuşacağız ve sonsuza dek bu çınarın oyuğu olacak yuvamız. Bu çınar var oldukça sonsuza dek yaşayacak sevdamız…” demiş. Daha sonra belinden çözdüğü kuşağının bir ucunu çınarın bir dalına, diğer ucunu da boynuna geçirerek oracıkta canına kıymış. Efsaneye göre; ulu çınar bu hazin öykünün ardından kanlı gözyaşları dökmeye başlamış ve göl bu şekilde meydana gelmiş. Güneş onlar için her gün kızıl olarak batmış. Onları anmış, en nihayetinde çınar ağlasa da güneş her gün batmaya devam etmiş ama çınar da aşkları da baki kalmış… Bu çınarın gövdesinden bugün hala özsuyu akıyor. Ya da belki de gözyaşı…

Yazı: Engin Çakır  – Fotoğraflar:  Aykut Güngör, Engin Çakır

Başa dön tuşu