Jannah Theme License is not validated, Go to the theme options page to validate the license, You need a single license for each domain name.

Orada neler oluyor?

 

Çoğumuzun uzay bilgisi, izlediğimiz filmlerle, dizilerle sınırlı olsa da biliyoruz ve hissediyoruz ki; içinde bulunduğumuz gezegenin dışında, çok uzaklarda bir yerlerde bir şeyler oluyor. Ana haber bültenlerinde çıkan “tanımlanamayan” cisimlerden, ışıklardan ve olaylardan daha fazlası var. Bugüne kadar bize açıklanabilmiş olanlardan, gösterilenlerden, anlatılanlardan çok daha fazlası…

Space

Çok çok uzun zaman önce, çok çok uzak bir galakside yaşananlar gözlerimizin önüne serilmese, “Star Wars” efsanesi hayatımızı sarıp sarmalamasaydı belki çoğumuzun aklına bile gelmeyecekti uzayda neler olduğu. Hayatını bu işe adayan bilim insanları, araştırma merkezleri, evrenle ve içindekilerle iletişime geçme çabasında mistik denemeler gün yüzüne hiç çıkmayacaktı.

Space

Ya da içten içe merak ediyorduk da, anlatılan hikâyeler, beyazperdede yaratılan fantastik dünyalar bu yüzden bu kadar çekti ilgimizi. NASA’nın (National Aeronautics and Space Administration – Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi) yıllar önce yayınlamaya başladığı ve her biri başka bir gündem yaratan uzay fotoğrafları da bu ilginin en güçlü kaynaklarından biri. Öyle ki 2008 yılında başlatılan “Uzay Turizmi” de bu ilginin ve insanoğlunun bitmek tükenmek bilmeyen merakının bir ürünü. Dünün büyüyünce “astronot” olma hayali kuran çocukları, bugünün uzay turistlerine dönüştü.

Space

Bir teoriye göre her şey yaklaşık 14 milyon yıl önce yaşanan büyük bir patlamayla başladı. İlk kez Rus kozmolog ve matematikçi Alexander Freidmann’ın ortaya attığı bu teorinin adı “Big Bang” ya da “Büyük Patlama” olarak kabul gördü ama bu teori hiçbir zaman tam anlamıyla kanıtlanıp bir kurama dönüşemedi. İçinde bulunduğumuz ve başka canlılarla da paylaştığımız düşünülen sonsuz boşluğun bir başlangıcı olmalıydı. Ancak bu başlangıcın nasıl olduğu, evrenin nasıl oluştuğu bugün bile bir kesinlik kazanamadı.

Space

Üzerine binlerce teori geliştirildi, kitaplar yazıldı; filmler, diziler çekildi. Uzay boşluğundan düşüp gelen Alf, E.T. gibi hayali ve sevimli yaratıkları evlerimize kabul ettik. Star Wars ile ışın kılıçlarını çektik, yıldız kapılarından geçtik. Atılgan’a bindik, Kaptan Kirk ve Mr. Spock ile uzay yolculuklarına çıktık. Yeşil kanlı “Ziyaretçiler”e direndik, atası Alien (Yaratık) olan nice uzay yaratıklarına karşı yaşama savaşları verdik. Oluşan teorilere kattığımız hayal gücümüzle, hiç göremediğimiz, gerçekliklerine uzanamadığımız bir sonsuzluğun kapılarını aralamaya çalıştık. Uzay-zaman sürekliliğini oluşturan, uzayın üçüncü ve dördüncü boyutlarını keşfetmeyi denedik.

Space

Einstein ve Nathan Rosen’in geliştirdiği ve evrendeki kara delikler ile beyaz delikler arasındaki geçişi simgeleyen “Solucan Delikleri” teorisinden “Yıldızlar Arası” hikâyeler yarattık. Ünlü isimleri uzay boşluğuna gönderip “Yerçekimi”nden mahrum bıraktık. Teleskopla görebildiğimiz, yaklaşık 93 milyar ışık yılı genişliğindeki evreni keşfedebilmişiz gibi bir de onu bile içine alacak büyüklükteki “paralel evren”lere uzandık. Kendimizi, sahip olduğumuz tüm zaman, madde, mekân, enerji ve fizik kurallarını içine alan genişlikte çoklu evrenlerin varlığını ispatlamaya adadık.

Space

Bugüne dek ne anlattılarsa onu bildik, ne gösterdilerse onu gördük. Samanyolu hikayeleri, kara delik efsaneleri dinledik. Kocaman gözlü, ince uzun parmaklı yaratıkların gelip “Merhaba dünyalı, biz dostuz.” demesini bekledik içten içe. Boşlukta savrulurken gözümüze takılan göktaşlarına umutlar bağladık, onu zamanı dolmuş bir yıldızın ölüme gidişi sandık. İnançlarımıza kattık o hiç görmediğimiz, neler sakladığını bilmediğimiz evreni. Mesajlar gönderdik, dilekler diledik. Çoğumuz “anı yaşa” mottosunu sahiplenirken, ilhamını “Bir gün gelip dünyaya düşecek ve her şeyi yok edecek” diye anlatılan o göktaşından aldı.

Space

Belki çok zorladık evrenin sabrını bugüne dek. Belki de bu yüzden sırrını hala tam olarak açmadı bize. Ama burada yalnız olduğumuza inanmıyoruz yine de. Zaman zaman görünen ve özellikle 50’li yıllardan itibaren sayılarının daha da arttığı iddia edilen “UFO”lar (Unidentified Flying Object – Tanımlanamayan uçan nesneler) gösteriyor ki; orada birileri var. Ya bizimle aynı boşlukta yer almaktan rahatsız ya da hallerinden memnunlar ve arada neye benzediğimizi, nasıl yaşadığımızı görmek için bize kendilerini göstermeden gelip, şöyle bir bakıp dönüyorlar.

Space

O bilinmeyen boşlukta, uçsuz bucaksız sonsuzlukta neler oluyor peki? Ve biz ne kadarını biliyoruz ya da bilebileceğiz? Ya Amerika’da uzay araştırmaları amacıyla kurulan ve bir sır gibi saklanan 51. bölgede neler oluyor? Uzay bilimleri konusunda birbiriyle yarışan Rusya’nın ve Amerika’nın ulaştığı bilgilerin ne kadarı bize yansıtılıyor? Sonsuz bir boşluğun, beraberinde sonsuz sorular getirmesi şaşırtıcı değil elbette. Bu yüzden yüzyıllardır göğe çevrilmiş gözler. Derinlemesine yapılan araştırmaların, oluşturulan teorilerin tek bir amacı var: Gerçeğe ulaşmak. Güneş, gezegenler, yıldızlar, ay… Milyonlarca yıldır keşfedilmeyi bekliyorlar. Bilim insanlarının araştırmaları sonucunda bazen onların aleyhine sonuçlar da çıkabiliyor elbette. 2006 yılına kadar bir gezegen olduğu kabul edilen ama bu yıldan itibaren “cüce gezegenler” sınıfına dâhil edilen Plüton’un başına gelenler gibi. Merkür, Venüs, Dünya, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün. Diğer gezegenler, tıpkı coğrafya derslerinde, güneşe yakınlık sıralarına göre bize ezberletildikleri gibi kim bilir hangi sırlarıyla birlikte var olmaya devam ediyorlar evrende. En çok uydumuz Ay ve yanı başımızdaki Mars çekti bizden. Aynı zamanda Güneş Sistemi içindeki beşinci büyük doğal uydu olan Ay’a “bizim için küçük ama insanlık için büyük bir adım” attık. Bize hem yakınlığı hem de benzerliğiyle onu kardeş gezegen ilan ettik. Uzayın “kızıl gezegen”i Mars’ta hayat olup olmadığını öğrenmeye, bu konuda kesin kanıtlara ulaşmaya çalışıyoruz hala. Kurama dönüştürülememiş teorilerin, gerçekliği tam olarak açıklanamayan olayların yanı sıra nedeni ve nasıl olduğu bilinen şeyler de var elbette. Örneğin Ay’ın yörüngesinde hareket ederken Dünya ve Güneş arasına girmesiyle Güneş’i kapatmasıyla oluşan Güneş Tutulması olayı gibi. Birkaç gün önceden haber alıp, elimize geçen röntgen filmi parçalarıyla izleyerek keyfini çıkardığımız Güneş Tutulması dışında bir de Ay Tutulması yaşanıyor. Ancak bu bilindiği gibi Ay’ın tamamen ortadan kaybolması anlamına gelmiyor. Bizim artık onu göremiyor oluşumuz bize böyle düşündürse de, aslında olan Dünya’nın gölgesinde kalan Ay’ın, Dünya etrafında kırılan ışıklarda mavi rengin azalıp, kırmızı rengin yansımasıyla meydana gelen bir ışık yansıması. Ay bu dönemlerde bakır rengine yakın bir renge dönüşüyor ve yılda bazen hiç bazen de iki üç kez ortaya çıkan bir olay gerçekleşiyor.

Space

Bilimsel gerçeklere ulaşmak, insanlara en doğru bilgiyi aktarmak için canla başla çalışan bilim insanları, bugüne dek bizi tatmin edecek birçok bilgiyi ortaya çıkardılar. Ama belki de aslını bilmediğimiz her şeyin, kendi aklımızda, hayal dünyamızda yarattığımız halleriyle kalması daha doğrudur. Örneğin gece sakinliğinde başımızı gökyüzüne çevirir, orada parlayan milyonlarca güzelliğe dalıp gideriz. Ya da sevdiğimizin elini ilk kez böyle bir manzara eşliğinde tutmuşuzdur. Şimdi biri bize gelip o romantik anın aslında hidrojen ve helyumun birleşerek, uzayda oluşturduğu plazma küresi olduğunu söylese, hayallerimize gölge düşmez mi? Uzay denen o sonsuz boşluğun sonsuzluğunun bizi sonsuz bir hayrete ve meraka düşürmesinden tarifsiz bir keyif alırız. Biliyoruz ki bu dünyadaki dertlerinden bunalmış, artık her şeyin bitmesini isteyen ama yaşamdan da vazgeçemeyenler arasında, bir gün o sonsuz boşluktaki bir medeniyet tarafından seçilmiş kişi olduğunu öğreneceği günü bekleyenler bile var. Kimine göre Einstein’in “genel görelilik kuramı”yla tanımladığı, çekim alanı her türlü maddesel oluşumu kendine çekebilecek kadar güçlü olan “kara delik” yutacak evrendeki bütün kötülükleri. Samanyolu’nun, güneşi, güneş sistemini, gezegenleri, yıldızları, gaz ve toz bulutlarını içine aldığı halde, koca evrende küçücük bir yer kaplıyor olması ilginç bir bilgi tabi ama yine de yıllar önce adına yapılmış olan bir şarkının yaşattığı duygusallık ve romantizm daha cazip geliyor kimine. Samanyolu’nun aslında “Süt Yolu” olduğu ve Yunan mitolojisindeki yeri birçok kişi tarafından bilinmiyor bile. Efsaneye göre babası Zeus, annesi bir ölümlü olan Herakles bir gün Hera’nın göğsünde uyumuş. Hera uyandığında, bebeği emzirmeye başlamış ancak onun yabancı bir bebek olduğunu fark edince bebeği kenara atmış ve göğsündeki süt gökyüzüne fışkırmış. Böylece gezegenleri, yıldızları içine alan Samanyolu oluşmuş.

Space

Uzayın sonsuzluğunu keşfetmek isteyen herkes, ilk adımları 1915 yılında uçaklar üzerine çalışmalar yapan NACA (National Advisory Committee for Aeronautics – Havacılık Alanında Ulusal Danışma Komitesi) ile atılıp, 1958 yılında etkinliklerine başlayan NASA’yı yakından takip ediyor. NASA’nın milyonlarca dolarlık araştırmaları, istasyonları, uzaya gönderdiği insanlı ve insansız uçuş programları, 90’lı yıllarda başlayıp düzenli olarak yayınladığı uzay fotoğrafları uzay denen bu sonsuz boşluğun bilinmezliğine ışık tutuyor. Hatta kurulan sistemle dünyanın dönüşü 24 saat canlı olarak izlenebilir hale geldi. 2008 yılında Rus Uzay Ajansı’nın başlattığı servis ile artık milyon dolarlık uzay uçuşları sayesinde yıllar yılı dillerde dolanan klişe de böylece “eller aya, biz uzaya” şeklinde değişmiş oldu.

Bilinmeyen merak edilir, gidilip görülmeyenin şekli şemali hayal gücüne emanet edilir. Gerçekleri açıklanmayan ya da açıklanamayan her şey hakkında daha çok şey konuşulur. Uzay, evren, kainat, sonsuz, boşluk… Bugüne dek siz ona ne diyorsanız, onu nasıl isimlendiriyorsanız oydu. Ama bilim insanlarının bazen hayatları pahasına yaptıkları araştırmalar başarılı sonuçlara ulaştı ve bilinmezlikler birer birer yerlerini gerçek bilgilere bırakmaya başladı. Uzayın sırları, bilinmezlikleri, barındırdıkları ve sonsuz renkleri bir bir açığa çıkıyor artık. Kim bilir daha ne teoriler duyacak, hangi gerçeklerle yüzleşeceğiz. Uzaydan gelip gözünüzün önüne serilen şu renklere bir bakın. Eskiden hayalinizde canlandırdıklarınıza benziyor mu?

Yazı: Ferhan Petek Fotoğraflar: NASA

 

Başa dön tuşu