Jannah Theme License is not validated, Go to the theme options page to validate the license, You need a single license for each domain name.

Bir bilet; yeni bir hayat

 

Gizem Altın Nance, Engin Çakır
Gizem Altın Nance

“Tazminatımı alıp sırt çantamla yollara düştüğümde geride bıraktığım, bana göre “gri” olan hayatın baskısından, ağırlığından kurtulmuştum artık. Önümde rengârenk günler vardı. Bana düşen; dünyayla birlikte kendimi keşfetmek, yaşadığım her anın tadına varmaktı. Ben de öyle yaptım.”

Hayatımız boyunca yapmaya cesaret edemediğimiz değişiklikler, hep olmak istediğimiz ama bir türlü gidemediğimiz yerler, gerçekten yapmak isteyip de vakit ayıramadığımız şeyler olmuştur. Etrafımız ise bütün bunları yapabilmemiz için bize ilham veren, yol gösteren örneklerle dolu. Okulunu bitirir bitirmez girdiği işten ayrılıp, aldığı bir biletle hayatı değişen; ani bir kararla yola çıkıp, bisikletle dünyayı gezen Gizem Altın Nance’nin de, hayata olan bakış açımızı değiştirecek hatta belki de hayatımızın geri kalanına yepyeni bir yön verecek ilginç bir hikâyesi var. Onun hayata bakış açısını tek bir cümle özetliyor: “Ne yaparsan yap, yeter ki mutlu ol!”

Öncelikle bize biraz kendinizden bahseder misiniz?

1974 doğumlu, İktisat Fakültesi mezunu, 3,5 yaşında bir kız çocuğu annesi, İstanbul Büyükada’da yaşayan, Buğday Derneği Eş Genel Müdürü olan, doğa düşkünü, bisikletçi, gezgin ama her şeyden önce “mutlu” bir insanım.

Bu mutluluğun “gitme” merakınızla bir ilgisi var değil mi?

Hem de çok. İlk kez o adımı atıp her şeyi geride bıraktığımda 25 yaşındaydım. Şimdi yerleşik düzene geçtim diyebilirim ama o gitme isteğini takip etmek bana içinde gerçekten mutlu olduğum bir hayat verdi.

Gizem Altın Nance, Engin Çakır
Gizem Altın Nance

Her şey nasıl başladı?

Bir biletle, bir istifayla, bir bisikletle, bir Green Card başvurusuyla… Hayatımın birden fazla dönüm noktası var ama bütüne baktığımda hepsi birbirini tamamlayan parçalar. Üniversiteyi bitirdiğim yıl ben de her genç gibi çalışmam gerektiğini kabullenip bir işe girdim. Toplumun, sistemin öğrettiği, nedeni sorgulanmadan yapılan şeylerden biri bu. Okursun, okulun biter ve çalışma hayatına atılırsın. Ben de bu zihniyetle 2–3 yıl çalıştım. Ancak mutlu olduğumu hissedemiyordum. Tamam, işim güzeldi, yeni mezun bir öğrenci için kazancım da güzeldi. Hayatım düzenliydi, görünüşte her şey yolundaydı. Ama mutsuzdum ve mutlu olmak benim için bu hayatın tek anlamıydı. Serviste gidip gelmek, dört duvar arasında mesai saatleri doldurmak… Bütün bunlar bana, benim hayata bakış açıma uygun değildi ve bir şeyler yapmam gerekiyordu. Ne yapacağımı, nasıl yapacağımı bilmiyordum çünkü önümde beni yönlendirecek, bana ilham verecek canlı kanlı hiçbir örnek yoktu. Bu duygularımı patronuma açıkladım ve istifamı verdim. Patronum, istifamı kabul etmek yerine, durumumu anlayışla karşılayıp beni işten çıkartmayı ve tazminat ödemeyi önerdi. Bu tazminat bir buçuk aylık Avrupa seyahati için alacağım interrail biletini almamı sağladı. Böylece patronum da hayatımın dönüm noktalarının gizli kahramanlarından biri oldu.

Bu noktada “Bir bilet al” kitabını yazdıran “interrail” biletinden biraz daha bahsedelim. Tam olarak nedir ve sizin hayatınızdaki etkisi ne oldu?

Interrail, Avrupa’nın ikinci sınıf trenlerinde sınırsız seyahat etme hakkı sağlayan bir bilet. Ama sıradan bir bilet değil. Bu sistem az parası olan ama seyahat etmek isteyen gençlere harika bir fırsat sunuyor. Yaşayıp tecrübe etmiş biri olarak diyebilirim ki; interrail aynı zamanda maceraya, dünya vatandaşlığına, özgürlüğe, kendini keşfetmeye alınan bir bilet. “Bir bilet al” kitabı da, insanlara yeni pencereler açabilmek için yazdığım, içindeki dürtülere uyup yepyeni bir hayata yapılan yolculuğun bileti. Yaşadıklarımı, hissettiklerimi, başıma gelenleri, gördüklerimi bu kitapta toplarkenki amacım biraz da buydu. Tazminatımı alıp sırt çantamla yollara düştüğümde geride bıraktığım, bana göre “gri” olan hayatın baskısından, ağırlığından kurtulmuştum artık. Önümde rengârenk günler vardı. Bana düşen; dünyayla birlikte kendimi keşfetmek, yaşadığım her anın tadına varmaktı. Ben de öyle yaptım.

Gizem Altın Nance, Engin Çakır
Gizem Altın Nance

“Evimizi, arabamızı, ne kadar eşyamız varsa hepsini sattık. Geride yalnızca bisikletlerimizin taşıyabileceği kadar eşya kaldı. Birer pantolon, en fazla iki gömlek, birkaç çamaşır. O kadar. Yeniden yollara düşmüştüm ama bu kez yalnız değildim.”

 İkinci dönüm noktası neydi ve nasıl oldu?

Benim yaptığımızı bile hatırlamadığım hatta bir arkadaşımın benim adıma yaptığı bir Green Card başvurusuyla oldu. Yeniden yollara düştüm ve bu kez Amerika’ya gittim. Burada 6–7 yıl yaşadım. Eşimle tanıştım, bir düzen kurdum. Evim, işim arabam her şeyim vardı. Tam anlamıyla bir Amerikan rüyasının içindeydim ama yanlış giden bir şeyler vardı. Çünkü bir şekilde yine benim bakış açıma uymayan bir hayatın içine sürüklenmiştim. O dönemde okuduğum ve her şeyin geride bırakıp, satıp dağıtarak dünya seyahatine çıkan bir çifti anlatan kitap bana ihtiyacım olan ilhamı verdi. O “gitme” dürtüsü yeniden gelmişti. Eşime dönüp “hadi” dedim. Evimizi, arabamızı, ne kadar eşyamız varsa hepsini sattık. Geride yalnızca bisikletlerimizin taşıyabileceği kadar eşya kaldı. Birer pantolon, en fazla iki gömlek, birkaç çamaşır. O kadar. Yeniden yollara düşmüştüm ama bu kez yalnız değildim.

Böylece bisikletle dünya turu başladı. Yol boyunca neler yaşadınız?

Her şeyin her zaman mükemmel olması elbette imkânsız. Çok keyifli olmayan anlar da yaşadık. Aç hatta susuz kaldık. Bu günlerden birinde, çölün ortasında çantamda olduğunu unuttuğum bir portakalı buluşum ve bu portakalı eşimle paylaşarak, sularını akıta akıta, kokusunu içimize çeke çeke yediğimiz anı asla unutmayacağım. O tat, hayatım boyunca yediğim en lezzetli yemeklerde bile yoktu. Önce Avrupa’yı bisikletle geçtik daha sonra, bisikletin bir ulaşım aracı kabul edilmesi için başlattığımız proje kapsamında İstanbul’dan Sidney’e bisikletle gitmek üzere yola çıktık. Turun ikinci bölümünde Kazakistan da vardı. Burada bana bir düğün konvoyu çarptı ve ambulansla Türkiye’ye getirildim. Hastanede verdiğim yaşam savaşı bile beni o güne kadar yapmış olduklarımdan pişman etmeye yetmedi. Bu konuda filmler vardır bilirsiniz. Christopher McCandless’in hayatını anlatan “Özgürlük Yolu” filmi bunlardan biridir. Bu filmi, benim gibi gezgin bir arkadaşımla izlemiştik. Ben filmin sonunda ağlayınca bana “Neden üzülüyorsun ki? O yaşadı.” demişti. O zor dönemde aklıma bu geldi. Zaten yola çıkarken eşime de söylemiştim. Bana ne olursa olsun pişmanlık duymayacak ve bu özgürlüğün, kendi tercih ettiğim bu yolun bedeli neyse ödemeye hazırdım.

Bütün bunlar büyük bir cesaret işi değil mi?

Değil aslında. İşte bu algı yüzünden insanlara televizyonlarınızı kapatın hatta mümkünse evlerinizden çıkarın diyorum. Son birkaç yıldır yerleşik hayattayım, Büyükada’da televizyonu olmayan, kendi sebzemi, meyvemi yetiştirdiğim, ağaçların içinde bir evde yaşıyorum ve böyle çok mutluyum. Çünkü her şeyden önce bakış açımı değiştirdim. Bilindiği gibi kötü bir dünyada yaşamıyoruz. Televizyonda bize öyle gösteriliyor. Hepsi birer illüzyon, kandırmaca. Aştığım yollar beni öyle güzel insanlarla karşılaştırdı ki. Bunlar tesadüf olamaz. Dünyada iyi insanlar var. Hatta sandığımızdan daha çoklar. Bizimle ekmeklerini, sularını paylaşan insanlar oldu. Siz bir şekilde o eşikten geçip yola çıktığınızda kader sizi olmanız gereken yerlere götürüyor, tanışmanız gereken insanlarla karşılaştırıyor zaten. Bu bir cesaret işiyse evet, o adımı atmak ve o eşikten atlamak bir cesaretti.

Gizem Altın Nance, Engin Çakır
Gizem Altın Nance 

Sizin için yerleşik hayata geçmek zor olmadı mı? Burada nasıl bir düzen kurdunuz?

Çok değil. Her şeyden önce tam olarak durduğumu, artık bir yere gitmediğimi ve gitmeyeceğimi söyleyemem. Ama son 6 – 7 yıldır yaşadığım, motorlu taşıtları neredeyse hiç göremeyeceğiniz Büyükada için “Bir gün yerleşik hayata geçersem, yaşayabileceğim tek yer” diyordum. Öyle de oldu. Arabam yok, olmayacak da ki zaten ona ayırmayı düşündüğüm bir bütçem de yok. Vapurla, otobüsle, bisikletimle istediğim her yere gidebiliyorum. Hiçbir şey satın almıyorum. Evdeki her eşyamız, kullandığım her şey ikinci el. Lükslerim yok ve olmasını da istemiyorum. İhtiyacım olandan fazlasının peşinde değilim. Bu planladığım ya da kurguladığım bir şey değildi. Her şey kendiliğinden gerçekleşti. Ben kendime döndüğüm, bakış açımı değiştirdiğim, nasıl bir hayatın içinde gerçekten mutlu olacağımı anlamak için kendime zaman verdiğimde bir şeyler yerine oturmaya başladı. Bisiklet yolculuğuna çıkarken eşya konusunda lüksümüz yoktu. Yalnızca 4 çanta. Bunun dışında her şeyi sattık. Geri dönüşte de çok daha fazlasına ihtiyacımız olmadığını fark ettik. Şu anda yaşadığım en büyük lüks evimdeki ekmek kızartma makinesi. Emin olun onlarca pahalı marka arabaya sahip olan insanın hissedemeyeceği bir mutluluk veriyor bana o makine. Yolculuklarım boyunca en çok özlediğim şeydi çünkü kızarmış ekmek. Kokusu, tadı burnumda tütüyordu. Şimdi her sabah kahvaltımda ekmek kızartırken o kokuyu içime çekiyorum. Tadına doyuyorum. Şükrediyorum. Çünkü kıymetini biliyorum. Tatmin olamadıktan, şükredemedikten sonra neye sahip olduğunuzun hiçbir önemi yok inanın. Kızım da benim gibi olmaya başladı. Henüz 3 yaşında ama mesela bir evi tarif ederken, etrafındaki ağaçlardan, bitkilerden hatırlıyor. Algısı o şekilde gelişti çünkü. Yıllar sonra ne olur bilemem. Belki hayatı yollarda geçecek, belki kurumsal bir hayat yaşamak isteyecek. Onlar büyüdüğünde karşılarına çıkacak dünya muhtemelen bundan çok farklı olacak. Bu yüzden kızım adına tek isteğim bir şekilde “mutlu” olması. Nasıl olduğunun hiçbir önemi yok, yeter ki mutlu olsun.

Yakın zamanlarda yine bir “gitme” planınız var mı?

Dediğim gibi yol benim için, bizim için hep devam ediyor. Büyük konuşmayayım ama hayatım boyunca sabah dokuz akşam altı bir işte çalışmayacağımdan eminim. Muhtemelen bir daha her şeyi satıp, savıp geride bırakarak dünya turuna çıkma durumu da olmaz. En azından şimdilik. Hayatımın sonuna kadar televizyon seyretmeyeceğimden de eminim. Herkese bunu öneriyorum. Televizyonlarınızı kapatın. Biriyle 10 dakika sohbet ettikten sonra o kişinin televizyon izleyip izlemediğini anlıyorsunuz zaten. En azından bir süreliğine deneyin ve görün çok şey değişecek. Kendinizi seçin. Daha az şeyle daha çok mutlu olacaksınız. İstediğiniz gibi yaşayın. O zaman borcunuz da olmayacak, yıllarca ödemek zorunda olduğunuz taksitler de… Ev seçerken bile 5 yıl sonra ne kadar değerlenip değerlenmeyeceğini düşünmeyin. İçinde mutlu olduğunuz evde, mutlu olduğunuz bir hayatta yaşayın. İnanın bu sandığınız kadar zor değil. Korktuğunuz kadar zor, hiç değil. Bunları yapabilmiş insanlarla konuşun, tanışın. Size ilham verecek, o eşikten adımınızı atmanız için size destek olacak kitaplar okuyun, filmler izleyin. Bakış açınızı değiştirin, her şeyden önce kendinize çevirin.

Röportaj: Ferhan Petek Fotoğraflar: Engin Çakır

Başa dön tuşu