Jannah Theme License is not validated, Go to the theme options page to validate the license, You need a single license for each domain name.

“Tiyatro bir eylemin taklididir”

 

“Tiyatro nevi şahsına münhasır bir sanat dalıdır. Anlattığı hikaye edebi açıdan değerli olabilir ya da olmayabilir. Edebi açıdan değersiz bir hikâye de tiyatro için önemlidir ama bir tek kıstası vardır; hikâye kendi içinde hareket barındırmak zorundadır.”

“Aristoteles’in dediği gibi her sanatın taklit ettiği bir şey vardır. Örneğin şiir sanatı sözü, resim sanatı doğayı taklit eder. Tiyatronun taklit ettiği şey de eylemdir.”

 Bursa’da bir tiyatro adamıyla, Bursa Devlet Tiyatrosu Müdürü Ömer Naci Topcu’yla sanatı, Ahmet Vefik Paşa Bursa Devlet Tiyatrosu’nu, festivalleri ve tiyatroda hareketi konuştuk.

Bize önce kendinizden ve tiyatro ile yollarınızın nasıl kesiştiğinden bahseder misiniz?

1971 Artvin doğumluyum. İlk ve orta öğrenimimi Bursa’da tamamladım. 1993’te Konya Selçuk Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nı, okulun ilk mezunu olarak bitirdim. 1999 yılında Konya Devlet Tiyatrosu müdürlüğü, 2005-2007 yılında Devlet Tiyatroları edebi kurul üyeliği, 2006 yılında Bursa Devlet Tiyatrosu müdürlüğü yaptım ve 2015 yılında tekrar  Bursa Devlet Tiyatrosu müdürlüğü görevine geldim. Yaklaşık 40 civarı oyunda görev aldım. Devlet tiyatrolarında 8 oyun ve Selçuk Üniversitesi’nde 1 opera; özel tiyatrolarında 10’dan fazla oyun sahneye koydum. Tiyatroya başlamak için özel bir çabam olmadı. Bu durumu Şuna benzetiyorum: Hani musluk patlar, iki elinizle fışkıran suyu tutmaya çalışsanız da baş edemezsiniz ya… Sanat böyle bir şey… Bir şekilde o yola giriveriyor insan…

Ahmet Vefik Paşa Bursa Devlet Tiyatrosu’nda işler nasıl yürüyor? Sezonlar nasıl geçiyor, oyunlar nasıl seçiliyor?

Türkiye genelinde devlet tiyatrosunun on iki yerleşik bölgesi var. Ancak sürekli bir hareket söz konusu olduğu, etkinlikleriyle, oyunlarıyla dikkat çektiği, ayrıca Bursa’nın İstanbul dışındaki ilk yerleşik tiyatroya sahip şehir olduğu için aralarında en gözdesi burası diyebilirim. Sezon başında belirlediğimiz repertuar doğrultusunda, yıl boyu sürekli yeni oyun üretiyoruz. Ekim ayından sonra,  en az bir oyunumuzla sürekli turnede oluyoruz. Bazı haftalar bir haftada on dört temsil verdiğimiz oluyor. Oyunları seçerken öncelikle bölge, oynamak istediği oyunları belirleyip merkeze öneriyor. Genel Müdürümüzün liderliğinde; baş Rejisör, Baş Dramaturg ve on iki bölgenin müdürleri,  repertuarı belirliyor. Birbirleriyle çakışan oyunlar olursa bölgeler kendi aralarında iletişime geçerek uzlaşma sağlıyor. Bölge olarak oldukça kısıtlı sayıdaki sanatçımızla niteliği öne çıkartacak oyunları seyircimizle buluşturuyoruz.

Bu yıl üçüncüsü düzenlenen Bursa Uluslararası Balkan Ülkeleri Tiyatro Festivali nasıldı? Bu konudaki yorumlarınızı alabilir miyiz?

Tarih boyu ekmeğini bölüşmüş halklar bu festivalle her yıl sahneden hayatı bölüşme imkanı buluyor. Bu yıl 16 gün süren festivalimiz 12 Mart Cumartesi görkemli ve yine çok ilgi gören bir açılışla başladı. Bursa halkının, tiyatro severlerin, oyuncuların katıldığı coşkulu bir kortej yaptık. Festivalin ilk oyunu İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun Erkek Arkadaş oyunu oldu. 12-27 Mart tarihleri arasında düzenlenen festival kapsamında altısı yabancı, ikisi şehir tiyatrosu, üçü özel tiyatro olmak üzere toplamda 13 farklı oyun sahnelendi. Eskişehir ve Bakırköy Belediyesi Şehir Tiyatroları ile İstanbul Devlet Tiyatrolarını bir araya getirecek etkinlik için Makedonya, Slovakya, Bosna Hersek, Romanya, Bulgaristan tiyatroları da Bursa’da buluştu. Önceki yıllardan farklı olarak bu yıl dört farklı atölye çalışması da festival kapsamında gerçekleştirildi. Bu yıl da yine Bursa’dan tüm dünyaya Balkan halklarının barış ve kardeşlik mesajları yayıldı.

Tiyatroda “hareket”in yeri nedir?

Aristoteles, ünlü eseri Poetika’da dediği gibi; nasıl şiir sanatı sözü, resim sanatı doğayı taklit ediyorsa, tiyatro sanatı da eylemi taklit eder. Bu ifade son dönemlerde yanlış algılanan bir tanımlama haline geldi. Çünkü eylem, başlı başına her şey olarak kabul görmeye başladı. Oysa Aristoteles, bu tanımlamada anlatmaya çalıştığı eylemin hikâye olarak, daha doğrusu hikâyenin bir eylem içinde sürmesiydi. Bundan da şu sonuç çıkmalı ki aslında teatral bir hikâye mutlaka eylem barındırmak zorunda.

 

Örnek verebilir misiniz?

Örnek olarak William Shakespeare’nin “Hamlet” oyunundaki o meşhur “Olmak ya da olmamak” tiradı verilebilir. Oyunun tamamı için değil ama bu tirat kendi içinde değerlendirildiğinde teatral bir özellik sahibi olmasından çok felsefi bir değere sahip olduğu söylenebilir. Ancak Tuncer Cücenoğlu’nun, “Kadıncıklar” oyunundaki “Parlak” tiradı, hiçbir fiziksel hareket olmadan oynandığında bile son derece hareketli olduğu fark edilir. Çünkü bu tirat ve benzerleri eylemin başından sonuna gidişatıyla tam bir teatral yapı veriyor. Bir şeyin hiçbir hikaye anlatmadan eylem halinde sunumu tiyatro değildir. Herhangi bir hikaye de tiyatro değildir ama bir hikaye, içinde eylem barındırıyorsa teatral özelliğe sahip demektir. Önemli olan eylemi ortaya çıkarmaktır.

Tiyatro için bu kadar büyük bir önem taşıyan “hareketi” nasıl öne çıkarılmalıdır?

Bu öncelikle metin yazarının problemidir. Daha sonra rejisörün, en son da oyuncunun problemidir… En olmayacak gibi görünen hikâye dâhil, her şey tiyatro oyunu olabilir. Bunun için de en önemli kıstas harekettir. Bir metin hiçbir hareket yapmadan oynansa bile oyun, metnin kendi içindeki hareketle seyirciyi içine çekebilir. Bu yüzden metin son derece önemlidir. Tamamen hareket üzerine kurgulanmış, başı sonu olan bir anlatım yapısı olmalı bir oyun metninin.

 

Herhangi bir hikâyenin içindeki hareketi alıp sahneye taşımak, onu tiyatro oyununa dönüştürmek oluyor diyebilir miyiz?

Yazar bir anlatım içindeki, bir hikâyedeki felsefi, tasvir içeren bölümler gibi, eylem dizgesini durduran anları en aza indirger ya da tamamını kaldırırsa, ortaya bambaşka bir şey çıkar. Rejisör de metinde kurulan o eylemi, yapısını bozmadan fiziksel bir eylem kurgusu ile sahneye taşır. Böylece yazılı herhangi bir metin bir tiyatro oyunu haline gelir. O oyun da seyircisiyle sağlam bir bağ kurar. Bu yüzden tiyatroda eylem dediğimizde hikâyeden kopuk bir anlatım olamaz.

O halde tiyatronun diğer sanatlardan farkı, içindeki hareket midir?

Aristo, Poetika’nın sonlarına doğru destanla tiyatro arasında bir kıyaslama yapıyor. Hangisi daha üstün diye sorup önce bu iki sanatı birbirine denk görüyor. Daha sonra ise tiyatronun sahne üzerinde, insanlar tarafından başka insanlara, eylem halinde sunulduğu için, seyirciyle birebir iletişim kuran bir sanat olması nedeniyle daha değerli olduğuna karar veriyor. Biz yirmi birinci yüzyılın son çeyreğinde modern akımların Türkiye’de tanınıp uygulanmaya başlamasından sonra bu hareket yapısı metinlerin içinde başka şekillerde yer bulmaya başladı kendine. Metin başka, eylem başka bir yerde olmaya başladı.

 

Tiyatro gibi sinema da hareket içeren bir sanat.

Öyle… Hatta bugün geldiğimiz noktada, 1900’lü yılların başından itibaren özellikle 50’li yıllarda tiyatro ve sinema sanatları iç içe girdi. Çünkü tiyatro, sinemayı kendi içinde var etmeye başladı. Örneğin politik tiyatronun yaratıcısı Erwin Piscatur, Arslan Asker Şvayk oyununda oyuncunun yürüdüğü yolu arkasından geçen film şeridi ile koymuş sahneye. Oyuncu olduğu yerde yürürken arkada hareket eden bir yol vardı. Sonraları, sahnede her şey çok gerçekçi olmaya başladı. Biz, o gerçekçilikten soyutlanmaya çalışıyoruz. Çünkü o gerçekçilik sinemadaki gibi olmuyor. Düşünün; dünyanın en güzel katedralinde bir film çekilse seyirci “Ne güzel katedral bu” der. Ama o katedrali sahneye yapsak, “Aynısın yapmışlar; ne güzel” der. Bu durum bize, tiyatroda asıl olanın konvansiyon, yani seyirci ile sahnenin uzlaşması gerekliliğini anlatır.

Tiyatronun asıl amacı da seyirciyle kurulan bağdır öyle değil mi?

Siz seyirciyle uzlaşma noktanızı ortaya koyacaksınız sahnede. Çünkü seyirci geldiği zaman bunun için, sizinle uzlaşmak için gelir tiyatroya. Siz seyirciye sahnede gördüğü yerin Roma olduğunu ya da Mısır olduğunu söylerseniz seyirci bunu kabullenir. Kabullenmeye hazır gelir zaten oraya. Onun tek istediği, sahnede gördüğü yerin, ona söylenen yer olduğunu anlayabileceği, inanmasını kolaylaştırabileceği küçücük bir işaret. Bir telefon kulübesi etrafında bütün bir dünyayı oynayabilirsiniz. Tiyatro bu kadar geniş imkânlar sunar insana. Sahnede hiçbir şey kullanmadan, seyirciye oranın uzay olduğuna inandırıp oynamanız da mümkün. Seyircinin tek istediği, uzay olarak kabul etmesi istenen sahnede bunu bozacak bir şey olmasın.

 

Sinemadaki gerçeklik gibi mi?

Sinema çıktıktan sonra tiyatronun geride kaldığından bahsedenler var. Bu da hiç doğru bir düşünce değil. Nasıl fotoğraf makinesi çıktıktan sonra resim sanatı geride kalmadıysa, sinemanın varlığı da tiyatroyu bozmaz. Her şeyden önce anlatım teknikleri farklı iki sanat. 20. yüzyıldaki iç içe geçmişlik bu iki sanatın anlatım dili aynıymış yanılgısını çıkardı ortaya. Oysa tiyatro sanatının dili sınırsızdır. Seyirciyle karşılıklı yüzleşmeyi sağladığın sürece her şeyi yapabilirsin.

 

Bu yüzleşme de ancak tiyatroda hareketin doğru uygulanmasıyla mı mümkün?

Herkesin içinde bir dünya var ve tiyatro metindeki hareketleriyle o dünyaya hitap ettiği sürece oyuncunun ayrıca hareketlerde bulunmasına gerek yok. Örneğin bir ressam, resminde bütün çizgileri çizmez. Eksik bıraktığı çizgiyi o resme bakan göz tamamlar. Tiyatroda da doğru bir hareket planlaması yapıldığında her şey birebir anlatılmak zorunda değildir. Tek bir tabure üzerinde bir adam altı, yedi hikâye anlatılabilir. Her şeyi birebir oynamak zorunda da değil, anlatarak yarattığı mizansen seyirciye yeterli olur. Çünkü bir cümle bir hareketi verebilir, vermelidir. O hareketi oyuncunun sahnede, fiziksel olarak tekrar etmesine gerek yok. Ama eğer metin rejisöre ya da oyuncuya hareket kabiliyeti vermiyorsa, o metin eksik bir metindir. Çünkü tiyatro, bir eylemin taklididir. Hareket yoksa sadece anlatımla tiyatro olmaz ama sadece hareket var hikaye yoksa yine tiyatro olmaz. Kendi içinde eylem içermeyen bir cümleyi, oyuncu sahnede takla da atsa seyirciye anlatamaz, aktaramaz. Bu yüzden tiyatro bir felsefe, bir tarih ya da bir destan değildir. Tiyatro nevi şahsına münhasır bir sanat dalıdır. Anlattığı hikaye edebi açıdan değerli olabilir ya da olmayabilir. Edebi açıdan değersiz bir hikâye de tiyatro için önemlidir ama bir tek kıstası vardır; hikaye kendi içinde hareket barındırmak zorundadır.

Başa dön tuşu