44
almak, playback gibi teknikler yoktu.
Yani gerçekten sanatçı isen şarkı
söyleyebilirdin.
Programdan sonra telefonlar susmak
bilmedi. İnsanlar “Kim bu Zeki Müren,
mükemmel söylüyor diye birbirlerine
sorup duruyorlardı. Radyoevi’ne,
Zeki’ye de bazı telefonlar geldi.
Bunlardan biri dönemin devlerinden
Hamiyet Yüceses idi. Zeki’ye telefonda
aynen şunları söyledi: “Radyodan 45
dakika boyunca ağlayarak dinledim
seni evladım.. Çok merak ediyorum,
kimsin, nesin?”
________________
Zeki Müren bir yandan Güzel Sanatlar
Akademisi’nde öğrenimine devam
ediyordu, bir yandan da radyoya.
Sanatsal birikiminin son adımlarını
atıyordu.
O zamanlar İstanbul’da üç büyük
gazino vardı: Küçük Çiftlik Parkı,
Tepebaşı Gazinosu ve Cumhuriyet
Gazinosu. Üç gazino sahibi de Zeki’yi
sahneye çıkarmak için savaşıyorlardı.
Karşısına dönemin astronomik
teklifleriyle çıkıyorlar ve her seferinde
de aldıkları cevap “Hayır !” oluyordu.
“Hayır, bin kere hayır. Hayır efendim.
Kesinlikle sahneye çıkmam. Önce
Akademi’yi bitireceğim.”
“Gecede bin lira. Hala hayır mı?”
Dönem maaşlarının 75-100 Lirayı pek
aşmadığı dönemlerdi. “Hayır, yine
hayır!” Gazinocular araya adamlar mı,
dostlar mı sokmadılar. Genç sanatçıyı
kaçırmaya mı kalkmadılar. O yıllarda,
bugünkü anlamda her şeyin mafyası
yoktu. Ancak bazı kişilerin adamları
vardı. Özellikle bazı futbolcular transfer
dönemlerinde kaçırılır ve başkalarıyla
anlaşma yapmaması için saklanırdı.
Ama genç Zeki kararlıydı. Okulunu
bitirmeden (ve kendine planladığı her
yöndeki eğitim sona ermeden) sahneye
çıkmayacaktı. Bu o dönemlerin tek
kitlesel iletişimi olan radyonun etkisidir.
Üstelik Anadolu dinleyemiyordu o
zaman “orta dalgadan yayın yapan”
İstanbul Radyosu’nu. Sadece
Marmara Bölgesi ve yakın iller çok
rahat dinleyebiliyordu. Anadolu’ya
sesini duyurması gerekiyordu. Ama
nasıl? Sahne tekliflerini reddedişi,
plakçılarla, filmcilerin işine yaramıştı.
İstanbul’daki bütün plak şirketleri Zeki
yüzünden birbirlerine girmişlerdi. En
büyüklerinden biri görülmemiş bir
parayla kapısını çaldı: “Sadece bir
plak Zeki Bey, sadece bir plak..” Şükrü
Tunar’ın bestesiyle, Yeşilköy’deki
stüdyoda ilk plağını doldurdu: “Bir
muhabbet kuşu”. Hayalleri gerçek
olmuştu. Türkiye’nin her yerinde onun
plağı dönüyordu artık.
___________
Zeki Müren sahnelerin gelmiş
geçmiş o silik görüntüsünü yerle bir
etmeliydi. En önemlisi de kendisine
eşlik edecek ünlü saz üstatlarına
çeki düzen vermeliydi. Çünkü
hepsi günlük kıyafetlerle sahneye
çıkıyorlardı... Yamalı ayakkabılar, kirli
gömlekler, değişik renkte, değişik
stilde ceketler, pantolonlar. Günlerce
sahnede giyeceği kostümleri düşündü.
Sonunda da karar verdi. Önce beyaz
frakla sahneye çıkacaktı. Beş eser
okuyacaktı. Sonra siyah frakla beş
değişik eser seslendirecekti. Programın
son beş şarkısını ise bordo renkli cıvıl
cıvıl, ışıl ışıl bir frakla tamamlayacaktı.
Peki, arkasındaki sazlar ne giyecekti?
Kendisi üç değişik kostümle 15 şarkı
söylerken, onlar kirli gömleklerle,
yamalı ayakkabılarla mı arkasında
oturacaklardı? Yoo hayır, gönlü razı
olamazdı bu tezatlar sahnesine... İyi
de, nasıl söyleyecekti o üstatlara bu
kıyafet meselesini? Kendisi ilk defa
sahneye çıkacak olan gencecik bir
çocuktu. Onlar ise Türkiye’nin dört
bir yanında tanınan saz üstatları...
Selahattin Pınar, Sadi Işılay, İsmail
Şençalar, Yorgo Bacanos, Kadri
Şençalar, Şükrü Tunar, Necdet
Gezen, Fevzi Aslangil, Hakkı Derman.
İlk prova sonrası onları bir köşeye
çekti ve şöyle dedi : “Ne olur sayın
üstatlarım, şu kıyafetlerinizi bir gözden
geçirelim. Biliyorsunuz ben üç değişik
kostüm giyeceğim. Siyah smokin yaz
konserlerinde olmaz ama, mavi ceket,
gri pantolon ve gri papyon gibi bir şey
giyseniz de, bana öyle eşlik etseniz.
Bu Türkiye’de hiç yapılmadı. Sizin
sayenizde de bu yeniliği ben getirmiş
olsam!” Hepsi sabırla onu dinlediler.
Yalnız içlerinden biri, Selahattin Pınar
bu teklife karşı çıktı. Selahattin Bey çok
şık giyinen bir insandı. Bu sözlerden
alınmıştı. Zeki’yi bir köşeye çekti ve
şöyle dedi: “Zeki bey, ben her zaman
şık giyinirim. Her gün ayrı kravat, ayrı
gömlek giyerim. Kostümlerimi de
özenle seçerim. Ben sahnede herkesin
giydiği formaları giyemem...” Şaşırmıştı.
Selahattin Pınar’ı da bu konuda ikna
etmesi gerekti. “Canım üstadım,” dedi,
“diğerlerine de bu konuda siz örnek
olun. Siz giyerseniz onlar da giyerler!”
dedi. O da mavi ceket, gri pantolon
giyip gri papyon takmayı kabul etti.
26 Mayıs 1955 gecesi Küçük Çiftlik
Parkı Gazinosu’nda yer yerinden
oynadı. 15 şarkı bittiğinde sahneden
inemiyordu. Alkışlar, tebrikler, çığlıklar..
İstanbul İstanbul olalı herhalde öyle
bir gece görmemişti. Zeki Müren,
kendini ve Tanrı vergisi yeteneklerini
bilinçle geliştirip kendisini bu yaşama
hazırlamış ve “Sanat Güneşi” olmak
yolunda emin adımlarla ilerlemişti.”
Bir diğer Bursalı sanat müziği sanatçısı
Müzeyyen Senar ve Zeki Müren
dosya
1...,36,37,38,39,40,41,42,43,44,45 47,48,49,50,51,52,53,54,55,56,...156