65
ufacık bir mutluluğu bile çok
gördüğüne bütün varlığıyla
inanıyordu.”
“Aramayı bile reddettiği için
kedisine bir hayat arkadaşı
bulamamış olan yalnız ve
yorgun cerrah, ne zaman bu tür
geri dönüşsüz operasyonları
yapmak zorunda kalsa,
kadere lanet konulu periyodik
bunalımlarından birine girerdi.
Kapısında yazan koskoca
devlet ibaresine rağmen, devlet
tarafından sürekli ihmal edilen;
talepleri gerekçeli gerekçesiz
geri çevrilen hastanede yaşanan
araç, gereç, ilaç eksikliğinin
kendisini bu operasyonlara
çok sık mecbur ettiğini söylese
de sık sık girdiği bunalımlar ve
yaptığı ameliyatlar hakkında
rivayet muhtelifti. İyimserler,
cerrahın kurtarılabilecek
organları malzeme yokluğu
ve tıbbı donanım eksikliği
nedeniyle kurtaramadığı için
bunalıma girdiğini söylüyorlar;
kötümseler, ise cerrahın yine
bunalıma girdiği için kol, bacak
veya kulak kepçesini kestiğini,
bu organların çoğunun aslında
kurtarılabilecek durumda
olduğunu iddia ediyorlardı.”
“Karadeniz şehirlerinden
birinde, denize sırtını dönmüş
biçimde inşa edildiği için
görenlerin içinde anlamsız
bir küslük duygusu yaratan
bir Ruh Sağlığı Hastanesinin
en üst katındaki konferans
salonunda, konuk konuşmacı
Ülkü Birinci, 14 Şubat Sevgililer
Günü nedeniyle, Aşk: Özveri
mi? Benliği Korumak mı?
Başlıklı bir konferans veriyordu.
Nietzsche’den aparttığı bir
cümleyi konu başlığı olarak
seçen Ülkü Bey, psikoloji
doçentiydi, İstanbul’da uyduruk
bir özel üniversitede görevliydi.
Çoğunluğu mankafa olan
öğrencilerine ders anlatırken
kullandığı yüksek tansiyonlu
üslubuyla konuşuyordu
kürsüde.”
tuhaflıkları arasında, akıllılarla deliler
arasında kendinize bu kadar kolay, bu
kadar çabuk ve bu kadar muhabbet
dolu bir yer bulabildiğinize şaşırmayı
bile unutacaksınız.
Bir ucu 19. yüzyılda, bir ucu
günümüzde geçen, zaman ve
mekan sınırları olmayan bir kitap bu.
Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi
görmüşlüğünüz, içine girmişliğiniz,
içinde öyle ya da böyle herhangi
bir nedenle kalmışlığınız, öyle bir
yeri yakından tanımışlığınız var mı?
Böyle bir yerde akıl aramak pek
mantıklı olmayacaksa bile onca akıl
yoksununun bunca akıllıyı sulu götürüp
susuz getirecek türden garipliklerine
alışmanız sadece birkaç sayfa sürecek.
Bütün gün hastanede elinde kek
tabağıyla gezen Nebahat Hanım’ın
neden böyle saçma davrandığını, Bedia
Hanım’ın üvey oğlu iken ikinci kocası
olan Erdem Bey’in esrarını, Vekil Bey’in
biricik oğlu yakışıklı damat Suphi’nin
kumarbazlığının nelere mâl olduğunu,
fotoğrafçı Karnik’in ününün nereden
geldiğini öğrenmeye giden satırlarda
başka başka ayrıntıların tatlı rayihasıyla
dalıp gideceksiniz.
Neler neler olacak siz okurken.
Yanınızdan kimler kimler geçecek.
Bazıları daha önce duymanıza imkan
bile olmayan küfürleriyle, bazıları
yağlı saçlarıyla, bazıları kendisinden
yirmi beş yaş büyük karısına olan
büyük aşklarıyla kalacak aklınızda.
Kitapta toplam kaç karakter olduğunu
yazarın kendisi bile pek kesin bilmiyor,
zaten siz de çoğunu unuttuğunuzu
zannedeceksiniz kitap bitince. Öyle
olmayacak oysa; bir gün Etiler’de
bir restorana gideceksiniz ve daha
“Etiler’de bir restoran” derken,
kumarhaneci Reşat Özyılmazel’i
yani Mesarati Reşat’ı karşınızda
göreceksiniz. Onlar olur olmaz yerlerde
aklınıza gelip karşınıza çıktıklarında
bazen ‘deliriyor muyum acaba’ diye
düşüneceksiniz ama sıkıntıya gerek
yok. Her seferinde, orada anlatılanlar
gibi bir yaşamınız olmadığı için derin
bir oh çekeceksiniz.
1...,57,58,59,60,61,62,63,64,65,66 68,69,70,71,72,73,74,75,76,77,...156