Jannah Theme License is not validated, Go to the theme options page to validate the license, You need a single license for each domain name.

“Çöp”lerden sanat kapsüllerine…

 

Hasan Kale, Engin Çakır
Hasan Kale

Bir sineğin kanadında, minicik bir pirinç tanesinde, gökyüzünden savrula savrula yere düşen bir kuş tüyünde… Sanatın ne zaman, nerede, ne şekilde karşınıza çıkacağı hiç belli değil. Tıpkı Bursalı mikro minyatür sanatçısı, ressam ve mücevher tasarımcısı Hasan Kale’nin eserlerinde olduğu gibi.

Hasan Kale
Hasan Kale

O, eserlerini hayatın görmezden gelinen detaylarından, hatta çöp sayılıp bir kenara atılan malzemelerden oluşturuyor. Amacı ise sanatıyla hayata farklı pencereler açıp, farklı bakış açıları yaratmak… Her geçen yıl kullandığı malzemelerin boyutları biraz daha küçülüyor. Yakını göremiyor olması ise ona engel olmuyor. Çalışmalarıyla uluslararası başarılar kazanan Hasan Kale ile öncüsü olduğu mikro sanat akımından, saç telinden soğan zarına kadar, hayatın içinde olan her detayı sanata nasıl çevirdiğinden ve “incir çekirdeğini dolduran adam” oluşundan bahsettik.

 Hasan Kale

 

Yolculuğunuz nerede, nasıl başladı?

Bursa İnegöl doğumluyum ama uzun zamandır İstanbul’da yaşıyorum. Renklerle, çizgilerle çocuk yaşta tanıştım. Resme olan ilgimi keşfettiğimde 5 yaşındaydım. Yıllarca resimle uğraştım. 80’li yılların zorlu şartları nedeniyle okuyamayanlardanım. Lise mezunu bir birey, alaylı bir sanatçıyım anlayacağınız. Aslında sıradan ama yaptıkları sıra dışı olan bir adamım.

Hasan Kale, Engin Çakır
Hasan Kale
Hasan Kale
Hasan Kale

Bir anlamda öncüsü olduğunuz mikro sanatının çıkış noktası neydi?

Askere gidip geldikten sonra da resim yapmaya devam ettim. Bu süreçte minyatür sanatına olan ilgimi keşfetme fırsatı buldum. Ders almak istedim ancak hiç kimse ders vermek istemedi. Nedenin anlamadığım gibi çok da soruşturmadım. Ben de hocalarımı geçmiş dönemlerden seçtim. 6 ay boyunca eve kapandım ve Nakkaş Osman’dan sultan portrelerinin inceliğini, Levni’den renk ve ahengi, Mehmet Siyahkalem’den fırçanın kıvraklığını öğrendim. Bu üç parçaya belki biraz da cahil cesareti katarak kendi çizgimi oluşturdum. Çünkü tüm bunları yaparken çok eski dönemlerde yapılmış olan çalışmaları alıp, bugünün teknolojisini, imkânlarını kullanarak altına kendi imzamı atmak gibi etik dışı bir niyetim yoktu. Öğrendiklerimin, gözlemlerimin üzerinde çalışırken bir gün bir milimetreye yaklaşık 20–25 çizgi çizebildiğimi ve bu düzgün çizgilerin hiçbirinin birbirine değmediğini fark ettim. O an aklımda tek soru vardı: Daha ne kadar küçük yapabilirim? Bu soru önümde aniden beliren iki yol demekti. Ya bu sorunun cevabını bulmak için harekete geçecektim ya da “keşke”lerle dolu bir hayat sürecektim.

Hasan Kale
Hasan Kale

“İncir çekirdeğini dolduran adam” böyle mi doğdu?

Biraz abartmış olabilirim tabi. Kendime bu soruyu sorduğum gece saat üçte mutfağa girdim. Gözüme takılan ve o andan itibaren bir tuval olarak gördüğüm fasulye tanesi her şeyin başlangıcı oldu. Önce pirinç ve mercimek düşündüm ama açıkçası gözüm korktu ve fasulye daha mümkün gibi geldi. O gece, o fasulyede şekillenen resim, tüm dünyaya yepyeni bir konuşma dili yaratmak üzere çıktığım yolun en başıydı. Zaman içinde, bugün sayısı 300’ü bulan eser arasında, o ilk gördüğümde gözümü korkutan pirinç taneleri de oldu, mercimek taneleri de. Ve tabi ki incir çekirdeği… Kullandığım malzemeler çoğalmaya bir yandan git gide daha da küçülmeye başladı. Makarna, kabak çekirdeği, kelebek, kuş tüyü, sinek kanadı, balık pulu, soğan zarı, saç teli… Artık elime geçen her şey, hayatın içindeki bir sürü küçük detay tuvalimdi. Bugün geriye dönüp baktığımda ne kadar doğru bir adım attığımı görüyorum. İyi ki birinci seçeneği tercih etmiş, kendi kendime sorduğum o sorunun cevabının peşinden gitmişim diyorum.

Hasan Kale
Hasan Kale

Hasan Kale, Engin Çakır

Git gide daha da küçülen malzemeler işinizi zorlaştırmıyor mu?

Yakını göremiyorum zaten öyle bir sorunum var. Çalışırken asla ellerim titremez mesela o konuda çok şanslıyım. Tahmin edilenin aksine herhangi bir büyüteç ya da benzeri araç da kullanmıyorum. Gözümde yalnızca doktorumun verdiği gözlükler oluyor. İleride neler olur, yaşım ilerledikçe mikroskop kullanmak zorunda kalır mıyım bilmiyorum. Bunu zaman gösterecek. Şu anda dünya çapında mikro sanatında 300’den fazla eser vermiş tek sanatçı olmanın gururunu yaşıyorum ve ötesiyle çok ilgilenmiyorum. Bu bir gönül işi. Gerçekten istemeden, gönül bağıyla bağlanmadan, taşın altına elinizi hatta yüreğinizi koymadan yapılabilecek bir iş değil. Diğer sanatlara göre çok daha büyük bir emek, zaman ve dikkat gerektiriyor. Mikro sanat; uykusuz geçen günler, geceler demek. Aralıksız iki gün de sürebiliyor iki ay da. Küçük oldukları için çabuk biter zannediliyor ama hiç de öyle olmuyor.

Hasan Kale
Hasan Kale

“Mikro sanat; hayatın içinde değersiz görünen, bir köşeye atılmış, unutulmuş hatta çöp kabul edilen her şey bir sanat eserine dönüştürüyor. Amaçlarımdan biri de buydu. Farklı pencereler açıp, varlığı bilinen ama yok sayılan, göz ardı edilen her şeye değişik bakış açıları getirmek. “Çöp”lerden sanat kapsülleri yaratmak.”

 

Hasan Kale

Bu sanat akımına öncülük yapmış olmanız, bu alanda verdiğiniz eserler size neler kazandırdı?

Her şeyden önce mutluluk. Çünkü nereye varacağından emin olamadığım, ucu bucağı olmayan bir hayaldi bu. Gerçekleştirmek başlı başına bir mutluluk. Bunun dışında Türkiye’de hala yeterince tanınmasa da yurtdışında inanılmaz bir kitlesi oluştu. Bursalı bir sanatçı olarak hem ülkemin hem kentimin tanıtımını yapmak benim için büyük bir gurur. Son dönemlerde, dünya genelinde en fazla haberi yapılan sanatçılardan biriyim. Daha önce adını bile duymadığım ülkelere gittim, dillerini bilmediğim insanlarla tanıştım. Bir milyardan fazla insan biliyor bu sanatı. Aynı dili konuşmayan ama bu sanat sayesinde ortak bir dile kavuşmuş bir sürü insan var artık. Yurtiçi ve yurtdışı sergileri devam ediyor edecek de. Bizde çok kıymeti bilinmese de yurtdışında büyük ilgi görüyor. Hem sanatseverler hem de sanatçılar tarafından takip ediliyor. Burada da haberler yapılıyor ancak gelip beni bulan çok fazla kişi yok. Yurtdışı basınında çıkan haberleri görüyorum genelde. Bu işin biraz acı olan kısmı. Oysa bana sorsalar anlatacak o kadar çok şeyim var ki. Bugüne dek bize ait olan, bizim topraklarımızdan çıkan çok şey başka ülkeler, milletler tarafından sahiplenildi. Bu sanat da öyle olsun istemiyorum. Baştan da söylediğim gibi derdim ismim değil, bir Türk sanatçı olarak emek verdiğim bu sanatın anavatanının Türkiye olduğu, mikro sanatın bir Türk sanatı olduğu bilinsin.

Hasan Kale
Hasan Kale

Mikro sanatı yaymak, daha çok kişiye ulaştırmak için neler yapıyorsunuz? Örneğin ders veriyor musunuz?

Aynı zamanda mücevher tasarımcısıyım bu alanda ders veriyorum ama mikro sanat konusunda ders verebileceğim kimse yok. Yeterince sabırlı ve hevesli kimseyi görmüyorum çünkü etrafımda. Şimdiki gençler hem sabırsız hem odak noktaları para kazanmak. Böyle uzun soluklu, sabır, aşk, emek gerektiren bir sanat herkesin tercih edebileceği bir şey değil. Çevresinde popüler olmak için ilgi duyanlar, merak saranlar olabiliyor ama bu yeterli olmuyor. Oysa benden çok daha iyilerini yapabilirler ama meslek olarak görmeleri gerekiyor. Para kazanmayı odaklarından çıkarmaları gereken bir meslek. Birileri para kazanmayacak, bir şeyleri göze alabilecek ki böyle sanatlar ortaya çıkabilecek.

 

Hasan Kale
Hasan Kale

O halde böyle bir sanatı yalnızca düşünmüş olmak bile sıra dışı bir durum sayılabilir. Bu yönüyle mikro sanatın ve genel olarak sanatın içinde biraz “delilik” olduğunu söyleyebilir miyiz?

Yapılan her sanat eseri biraz delilik içerir bence. Olmalıdır da. Mikro sanatı diğer sanatlardan ayıran durumu, üretim sürecindeki sabır ve emeğin biraz daha fazla olması ve daha fazla özen gerektirmesi. Geri dönüşü yok çünkü. Hata yapma lüksünüz yok. Tek bir çizgi, tek bir kayma ile elinizdeki iş bir anda çöp olur. Bu bir anlatım dili. Hayata olan bakış açınızı yansıttığınız bir sanat biraz da. Ancak aşkla, sonsuz bir sabırla yapılabilecek, bu dünyadaki varlığımın sebebi olduğuna inandığım şey. Bir gün eninde sonunda göçüp gideceğiz buradan. Ama ardımızda kalanlar adımızı, ruhumuzu yaşatmalı. Leonardo’yu, Picasso’yu, Osman Hamdi’yi düşünün. Ölümlerinden yüzlerce yıl sonra bile onları konuşuyorsak bunun sebebi bıraktıkları izlerdir. Güreş denince aklıma Ahmet Ayık’tan başka isim gelmemesi tesadüf değil. Daha da çoğaltabiliriz bu örnekleri. İyi yaptığımız her şey eninde sonunda bize geri döner. İnsan bildiği, iyi olduğu şeyleri yapmalı. Başkasınınkilere bakıp “Ben de yaparım ne var?” demek yerine yapılanı takdir etmeyi ve kendi yapabileceği şeyin peşinden gitmeyi bilmeli. Ben nasıl sanatıma destek bekliyorsam başka sanatlara da, sanatçılara da destek vermekten çekinmiyorum. Özellikle de yurtdışındaki Türk sanatçılara. Zaten yalnızca sanatçı için değil, sanata ve sanatçıya destek verenler için de bu durum böyledir. Hayatta hepimizin farklı görevleri var. Ben kendi görevimi biliyorum, üretmek. Bu sanatı var etmeye devam etmek. Belki başkasının görevi de sahip çıkmak ve dünyaya Bursa’nın, Türkiye’nin adıyla duyurmak. Kimin yaptığının önemi yok. Hasan Kale olur, Ahmet olur, Mehmet olur hiç fark etmez. Bursalı bir sanatçı yapmış bütün bunları. Türk bir sanatçı geliştirmiş bu sanatı. Önemli olan nokta bu. Derdim tanınmak değil tanıtmak. Böyle düşünmek mütevazı olmak zannedilse de aslında yapılması gereken, doğru olan bu. Herkes böyle düşünebilse zaten her emek hak ettiği değeri görür ve herkes mutlu olurdu.

Hasan Kale
Hasan Kale

Mikro sanatının hem size hem de sanat dünyasına ne gibi katkıları oldu?

Teknoloji istediği kadar ilerlesin, insan faktörü olabildiği kadar ortadan kaldırılsın elle yapılan, göz nuruna dayanan işler asla ölmeyecek. Yüzlerce yıldır ölmediyse bundan sonra da yaşamaya devam edecek. Teknolojinin, gelişen, değişen, modernleşen dünyanın dönem dönem değişen modalarının aksine el sanatları hep var olacak.

Mikro sanat da bunlardan biri. İzlerken büyüteç gerektiren bir sanatı ben çıplak gözle yapıyorum. Dillerini bilmediğim insanlarla, bu sanat sayesinde oluşturduğum bir konuşma dili ile iletişim kuruyor; çığır açan bir sanat dalına emek veriyorum. Bir sanatçı olarak bu durumun verdiği huzur ve mutluluğun yerine başka bir şey koyamam. Elbette 20 yıl içinde bir şeylerden fedakârlık etmem gerekti. Belki başka alanlarda başka işler yapıp çok para kazanabilirdim ama umurumda olan, önceliğimde olan bu değildi. Dünyada kıstasları olmayan eserler üretmiş olmak benim için en büyük zenginlik. Mikro sanat; hayatın içinde değersiz görünen, bir köşeye atılmış, unutulmuş hatta çöp kabul edilen her şey bir sanat eserine dönüştürüyor. Amaçlarımdan biri de buydu. Farklı pencereler açıp, varlığı bilinen ama yok sayılan, göz ardı edilen her şeye değişik bakış açıları getirmek. “Çöp”lerden sanat kapsülleri yaratmak.

Hasan Kale
Hasan Kale

Mikro sanat adına gelecek için planlarınız neler?

Bugüne kadar Bursa’da, Türkiye’de ve dünyanın birçok ülkesinde sergiler açtım. Eserlerimin arasında müzelerde sergilenenler de var. Ancak bu alandaki en büyük hedefim Türkiye’de bir müze açmak. Özellikle Türkiye olsun istiyorum ama son 10 yıldır bu konuda yaptığım çalışmalardan sonra artık “Beni dünyada mikro sanata hak ettiği değeri veren herhangi bir ülkede de açabilirim” demeye başladım. Pes etmedim, etmeyeceğim de. Bir de Japonya’da bir grupla tanıştım. Onlarla tüm eserlerimin kendi boyutlarında basıldığı bir kitap projesi düşünüyorum. Hasan Kale imzalı özel bir büyüteç ile birlikte sunulan, mikro sanatına ilgi duyan duymayan herkesin görmek isteyeceği özel bir kitap. Keşke olsa da Bursa’da bu konuda destek bulsam ve bu özel projeyi kendi memleketimde yapma imkânı bulsam.

Hasan Kale
Hasan Kale

Mikro sanat dışındaki hayatınız nasıl? Zamanınız nasıl geçiyor?

Mücevher tasarımları ve Türkiye’nin motosiklet üreten bir firmasının sanat direktörlüğünü yapıyorum ama mikro sanatıyla, onun dışında bir hayatım olmadığını söyleyecek kadar iç içeyim. Çünkü ürettiğim eserleri, diğer alanım olan mücevher tasarımlarına uyguluyorum. Bunun dışında örneğin Beşiktaş’ın stat açılışında 1903 parçadan oluşan bir motosiklet tasarladık. Üretmenin, tasarımın sonu yok ve bu konuda hiçbir eğitim almadan, yalnızca kendi kendimi yetiştirerek bu noktaya geldiysem ne mutlu bana diye düşünüyorum.

Röportaj: Ferhan Petek Fotoğraflar: Engin Çakır, Hasan Kale fotoğraf arşivi

Başa dön tuşu