Jannah Theme License is not validated, Go to the theme options page to validate the license, You need a single license for each domain name.

Biraz renk, biraz kültür – Paul Gauguin

Paul Gauguin

Yaşamını bir seyahat olarak yaşadı. Zamana bıraktığı ama zamanın ötesinde bulduğu üslubu ile farklı akımları, kültürleri ve yolculukları seçti ve keşfetti Gauguin… Küçüklüğünde bir serüven olarak başlayan yaşamı aynı şekilde süregeldi. En sonunda keşfetmeye devam ederken, ülkesinden uzak bir yerde hayatla vedalaştı.

Yirminci yüzyıl sanatına derin izler bırakırken, bunun için çok emek verdi Gauguin… Sefaleti de tattı, hayata karşı çaresizliği de. Ama onu hayata bağlayan tek şey serüveniydi. Keşfettiği yaşamda, tüm tespitleri birer tablo oluverdi. Resmetti ve unutulmaz bir iz bıraktı. Tarzı o güne kadar denenmemiş bir kimliğe büründü. İzlenimciliğin ötesinde bir noktaya ulaştı. Tarih onu post-empresyonist akımın öncülerinden, sentetizmin kurucusu Fransız ressam olarak tanıdı.    Paul Gauguin

Hayatının büyük bir bölümünü ülkesi Fransa’dan uzakta farklı kültürlerin içerisinde geçirdi. Bu kültürlerin içerisinde yaşadıkları ve buralarda karşılaştığı primitif sanatı Avrupa’ya taşıyarak 20 yüzyıl sanatına yepyeni bir yön verdi. Gauguin sarı ve kahverenginin kırmızı ile ahengini, kültürel dokularla birleştirdi. Eserlerindeki teknik çok kişinin gözlerini kamaştırdı.

Paul Gauguin

Paul Gauguin, kökeni İspanya ve Peru’ya dayanan bir ailenin oğluydu. Dünya için de zor olarak tanımlanabilecek bir dönemde 7 Haziran 1848’de Paris’te doğdu. Babası Clovis Gauguin bir muhabir, annesi Aline Maria Chazal ise döneminin ünlü yazarlarından, sosyalist feminizmin kurucularından yaşamını kadınların ve işçilerin haklarını kazanmasına adamış Flora Tristan’ın kızıydı. Fransa’da Napoleon’un önderliğindeki darbe patlak verdiğinde ailesi 1851 yılında Peru’ya taşınmak üzere yola çıktı. Ancak babası Clovis Gauguin’in yolculuk esnasında zamansız ölümü hesapta yoktu. Peru’nun başkenti Lima’ya sığındılar.Paul Gauguin

Daha küçük yaşlarda başladığı bu seyahatlar hayatına yön verdi Gauguin’in… 1855 yılında annesiyle birlikte tekrar Fransa’ya döndü. Orleans’ta okula başladı. Hayatı boyunca sürdüreceği seyahat tutkusu kendini ilk bu yıllarda gösterdi. Daha on altı yaşındayken gizlice bir şilebe bindi ve deniz kuvvetlerine katılarak 6 yılını uzak denizlerde geçirdi. 1871 yılında tekrar karaya ayak basıp evine döndüğünde annesinin ölmüş olduğunu öğrendi. Bu olay ona düzenli bir hayata ihtiyacı olduğunu hissettirdi. Böylece borsacı oldu. Hemen ardından Danimarka asıllı Mette Gad adında birisiyle evlendi. Düzenli yaşamda kendisini bulmaya çalışırken tam beş tane çocukları oldu. Ama Gauguin’in aradığı bu değildi. Parisli izlenimci ressamların resimlerini alıp satıyor, Paris’in bohem hayatını daha yeni tanımaya başlıyordu.

Paul Gauguin

En sonunda ne için yaşaması gerektiğini, hayatındaki en büyük keşif ile buldu. Resme olan ilgisini keşfetti. Resme ilgi duyuyordu ama yoğun iş ve aile hayatından ancak hafta sonları resim yapacak zaman bulabiliyordu. Daha çok doğa resimleri ve çocuk portreleri yapıyordu. Gauguin bir resmini 1976 yılında düzenlenen ‘Salon’ sergisine gönderdi. Eseri oldukça beğeni toplayan Gauguin, aynı yıl izlenimci grubun başını çeken Pissarro ile tanıştı. En nihayetinde 1883 yılında önemli bir karar vererek 35 yaşındayken doğasına uygun olmayan bankacılığı bırakarak kendini tamamen resme verdi. Ancak işini bıraktığı için ciddi maddi sıkıntı çeken ailesi ile çok geçmeden sorunlar ve çatışmalar yaşadı.Paul Gauguin

Gauguin’in bohem hayatına ayak uyduramayan karısı, çocuklarıyla Kopenhag’da yaşayan ailesinin yanına taşındı. Gauguin peşlerinden gittiyse de orda yaşamayı beceremedi ve Paris’e geri döndü. Bu dönemde diğer izlenimci ressamlardan Monet, Sisley ve Pissarro’nun etkisinde kalarak birçok resim yaptı. 1880–1886 yılları arasında düzenlenen izlenimci sergilerin dördüne katıldı. 1886 yılında hem geçim sıkıntısı nedeniyle hem de büyük şehrin kalabalığından ve gürültüsünden kaçmak için Kuzey Fransa’nın Pont-Aven bölgesine yerleşti. Serüveni hala bitmemişti. Arayış onu daha da güçlendiriyordu. Her gittiği yerde kendine özgü yorumlarla sanat eserleri ortaya koyuyordu. Pont Aven onun için bir dönüm noktası oldu. Burada kendini tamamen resme verdi. Köylü portreleri ve köy yaşamını tema olarak seçti. Genç sanatçı Emile Bernard ile birlikte sentetizm adını verdikleri yeni üslup yine burada gelişti. 

Paul Gauguin

Macera tutkusu hiç bitmiyordu. Tam her şey yoluna girmişken, 1887 yılında ani bir kararla Panama’ya gitti. O sırada yeni açılmakta olan Panama Kanalı’nın inşaatında çalıştı. Tek umudu para toplayıp yolculuğuna devam edebilmekti ama başarılı olamadı ve Fransa’ya geri dönmek zorunda kaldı. Paris’te bir kaç ay sefalet çekti. Eski dostlarının yardımıyla birkaç tablosunu ancak satabildi ve tekrar Port-Aven’e geri dönme kararı aldı. Orası onun mabediydi. Burada yarattığı eserler sanat anlayışını özetliyordu. Halk sanatı ve ilkel sanata olan ilgisi ve üslubunda geliştirdiği yeni yaklaşımlar onu izlenimcilikten uzaklaştırdı.  

Paul Gauguin

1888 yılı geldiğinde kendisini yeni bir maceranın içinde buldu. Arles’e giderek Paris’teyken tanıştığı Van Gogh yanında çalışmaya başladı. İkili uzun kır gezilerine çıkıyor burada bütün gün resim yaparak vakit geçiriyordu. Ancak aralarında çıkan tartışmalar son noktaya varınca buradan da ayrıldı. Paris’te sanat çevrelerinde artık tanınan ve önemsenen biri olmuştu. Ancak uzak dünyalara yeniden karşı konulmaz bir özlem duyarak 1891’de Tahiti’ye gitmek üzere Fransa’dan ayrıldı. Diğer bir deyişle içi içine sığmıyordu.

Paul Gauguin

 

Tahiti’de uygarlıktan uzakta yerlilerle iç içe yaşıyor onların resimlerini yapıyordu. Üslubunu da değiştirdi. Post-empresyonizme yaklaştı ve en tanınan eserlerini burada yaptı. 1883 Temmuz ayında Paris’e dönse de yeniden Tahiti’ye dönmek için büyük bir istek duyarak iki yıl sonra yeniden buraya geldi. Burada kaldığı sürede yaptığı ”Nereden Geliyoruz? Kimiz? Nereye Gidiyoruz?” (1897) isimli resminde; yaşamın kökenini, aşkın ve ölümün anlamını sorguladı. Tahiti’deki ilkel sanatlardan etkilenerek birçok ahşap heykel de üretti. Kültürler arası bir harman sergileyip eserlerini bu çizgide hazırladı. Paul Gauguin, ülkesine dönemeden 1903 yılında Tahiti’de frengi hastalığından hayatını kaybetti. Hayatı boyunca beslendiği yolculukları resimlerine taşıdı. Geçtiğimiz yüzyıla derinden izler bırakan Gauguin’in yaptığı ve yaşadığı bir serüvendi. Bıraktığı izler sayesinde serüveni hiç bitmedi…

Hazırlayan: Engin Çakır
Başa dön tuşu